Diyabet: Dünyanın En Hızlı Artan Kronik Hastalığı!

Halk arasında “şeker hastalığı” olarak da bilinen diyabet, dünyada adeta bir salgın hastalık gibi giderek daha fazla sayıda insanı etkiliyor. Diyabet tanısı alanlarda düzenli takip edilemeyen ve kontrol altına alınamayan kan şekeri, böbrek yetmezliğinden kalp krizine, karaciğer yağlanmasından körlüğe kadar pek çok ciddi hastalığa yol açıyor. Türk Diyabet Cemiyeti uzmanları, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü nedeniyle diyabet, risk faktörleri, gebelikte diyabet, diyabetin takibi ve önemi gibi konularda toplumu bilgilendirmek amacıyla şu önerilerde bulunuyor:

Diyabet: Dünyanın En Hızlı Artan Kronik Hastalığı!

Bizi Takip Et


“DİYABETİN ERKEN FARKEDİLİP DOĞRU TEDAVİSİ ÇOK ÖNEMLİ”

Prof. Dr. Fırat Bayraktar

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Diyabet Cemiyeti Genel Sekreteri

“Son elli yılda, kendini fiziksel aktivite azalması ve kötü beslenmenin artması şeklinde gösteren yaşam tarzı değişikliği nedeniyle diyabetli hasta sayısı önemli ölçüde artmış ve diyabet dünyanın en hızlı artan kronik hastalığı haline gelmiştir. Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) verilerine göre 2021 yılında dünyada diyabetli sayısı 500 milyonu aşmıştır ve bir o kadar da prediyabetli birey vardır. Ülkemiz için bu rakam 12 milyondan fazladır ve her yıl bu sayı yüzde 7 artmaktadır. Üstelik bu hastaların yaklaşık yarısı diyabetli olduğunun farkında değildir! Bu farkındasızlık tedavi gecikmelerine neden olarak, hastaların gelecekte çok daha fazla hasar (komplikasyon) yaşamalarına yol açmaktadır.

Diyabet, metabolizmayı düzenleyen en önemli hormonlardan biri olan insülinin yokluğu ya da etkisizliği (insülin direnci) nedeniyle ortaya çıkan, kendini sürekli glukoz yüksekliği ile gösteren şeker, yağ ve protein metabolizması bozukluğudur. Sonuçta ciddi organ hasarlarına (komplikasyonlar) ve ölüm riski artışına (en sık kalp damar hastalıkları artışıyla!) neden olmaktadır. Diyabeti tehlikeli yapan da, oluşan komplikasyonlar ve ölüm riskindeki artıştır.

Hastalığın en çok bilinen tipleri; Tip 1 Diyabet (Pankreasta insülin salgılayan hücrelerin harap olması nedeniyle insülinsiz kalmak), Tip 2 Diyabet (İnsülin direnci nedeniyle insülin etkisinin bozulması) ve gebelikte ortaya çıkan diyabettir. Ayrıca birçok ilaç, kimyasal madde kullanımı ve hastalıklar ya da genetik bozukluklar da diyabete neden olabilmekte veya diyabetle birlikte bulunabilmektedir. 

SADECE COVID-19 DEĞİL, BÜTÜN ENFEKSİYONLAR DİYABETLİLERDE AĞIR SEYREDER

Kanda glukozun yükselmesi, şekerin vücudun temel çatısını oluşturan proteinlere bağlanmasına neden olur ve böylece proteinler normal yapılarını ve işlevlerini kaybetmeye başlar. Sürekli şeker yüksekliği bu kayıpların giderek artmasına yol açar. Kan şekeri ne kadar çok ve uzun süre yüksek kalırsa o kadar çok harabiyet olur. Vücudun bütün organlarında protein bulunduğundan, kontrolsüz diyabet bütün organlarda harabiyet yaratabilmektedir. Örneğin böbrek yetmezliklerinin yüzde 40’ı, sonradan oluşan körlüklerin çoğu ve ayak kesilmelerinin yarısı diyabete bağlıdır. Yine, tüm dünyada ölümlerin en sık nedeni olan kalp damar hastalığı (miyokard enfarktüsü, kalp yetmezliği, inmeler ve bacak damarları tıkanmaları gibi) sıklığı diyabetlilerde yaklaşık iki kat artar! Toplumda yüzde 25 sıklıkta rastlanan ve bazı hastalarda siroz ya da karaciğer kanseri ile sonuçlanabilen karaciğer yağlanması sıklığı diyabetlilerde yüzde 70’e ulaşmaktadır. Bahsedilen bu hasarların büyük ölçüde geri dönülmez olduğu ve kalıcı hayat kalitesi kayıplarına veya hayat kayıplarına yol açtığı da vurgulanmalıdır. Tüm dünya ile birlikte deneyimlediğimiz COVID-19 pandemisi sırasında, diyabetlilerde ölüm sıklığının ve ağır hastalık geçirme olasılığının en az 5 kat fazla olması bilim dünyasının ve kamuoyunun önemli bir gözlemidir. Maalesef yalnız COVID-19 değil, bütün enfeksiyonlar diyabetli bireylerde daha ağır seyretmektedir.

Görüldüğü gibi diyabet, erken fark edilip doğru bir şekilde tedavi edilmediğinde önemli hasarlara ve ölümlerin artmasına neden olmaktadır. Yaşam boyu devam eden bir hastalık olduğu ve bu nedenle tedavisinin de yaşam boyu sürdürülmesi gerektiği unutulmamalıdır.”

DİYABET EĞİTİMİ YAŞAM BOYU OLMALI

Uzm. Hemşire Behice Kahraman

Türk Diyabet Cemiyeti Diyabet ve Obezite Eğitim Merkezi (DOFEM) Eğitim Koordinatörü

“Diyabetle yaşam ömür boyu süren bir yolculuktur. Bu yolculuk boyunca da diyabetle sağlıklı, huzurlu, mutlu ve zinde bir yaşam için, diyabetli bireyin öncelikle diyabet öz yönetimini öğrenmesi ve bu konuda başarılı olmayı hedeflemesi gerekir. Bu süreçte diyabet sağlık bakım ekibiyle ve diyabet eğitim hemşiresiyle sürekli iş birliği içinde olunması da ayrıca önemlidir.

Diyabet eğitimi; diyabet hastalığının tanımı, süreci ve tedavi basamaklarıyla birlikte genel konuları, diyabet tanısı konulmuş bireyin rolleri, hakları ve sorumlulukları, bireysel ve kültürel olarak diyabetliye uygun tıbbi beslenme yönetimini günlük yaşama yerleştirme, diyabet ile ilgili ilaç ve tıbbi malzemelerin, nereden ve nasıl temin edileceği, diyabette bireysel kan şekeri izlemi ve önemini kavramayı içermektedir. Gerekli olduğu durumlarda idrar ve kan ketonunu izleme ve sonuçlarını diyabet öz yönetiminde kullanma; diyabetle yaşamda gelişebilecek olası akut ve kronik komplikasyonları önleme, tanılama ve tedavi etme gibi konuları kapsamaktadır.

“DİYABETLİ BİREYLERİN YAKINLARI VE RİSK GRUBUNDAKİ KİŞİLER DE DİYABET EĞİTİMİ ALMALI”

Diyabet, bireyin ve ailesinin yaşamını çeşitli boyutları ile etkileyen, zorunlu yaşam tarzı değişikliklerini gerektiren, komplikasyonları nedeni ile yaşam kalitesini azaltan kronik bir hastalıktır ve her yaş grubunu etkiler. Diyabetli bireyler verilen tıbbi öneriler doğrultusunda diyabetlerini yönetmek, planlanmış bir bakımı ve tedaviyi sürdürürken normal yaşamlarına da devam etmek zorundadırlar. Bu nedenle de diyabetli bireylerde hastalığın yönetimi ve davranış değişikliği için diyabet eğitimi gereklidir. Hatta bu eğitimleri sadece diyabetliler değil, diyabetli bireylerin yakınları ve diyabet açısından riskli kişiler de almalıdır. Diyabet eğitiminin amacı, bireye bakımda motive edici ve aktif karar almasını sağlayıcı bilgi vermek, öz bakım için gerekli olan yeteneği kazandırmaktır. Eğitimi yalnızca bir bilgi aktarımı olarak sunmak, iyi bir diyabet kontrolü için yeterli değildir. Eğitim, davranış değişim stratejileri, öz-yönetim, destekleyici yaşam değişiminde etkili olmalıdır.”

DİYABET TEDAVİSİNDE TEKNOLOJİK GELİŞMELER

Prof. Dr. Taner Damcı

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Diyabet Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyesi

“İnsülinin 1921 yılında bulunması, Tip 1 diyabet tedavisinde büyük bir devrim niteliği taşır. Hastaların yaşam kalitesi ve yaşam süresi beklentisinde büyük artışlar olur. İnsülinin vücudumuza basitçe enjekte edilmesi diyabetli insanları akut komplikasyonlar ve komalardan büyük ölçüde koruyabilmekle beraber, uzun süreli ve iyi bir şeker ayarı sağlanabilmesi için yetersiz kalmaktadır.

İnsülin tedavisinin fizyolojik insülin salgılanmasına daha fazla benzemesi ve böylece kan şekeri ayarının iyileştirilmesine yönelik büyük çabalar, değişiklikler ve gelişmeler devam etmektedir. Günümüzde, insülin molekülünün yapısı değiştirilerek, cilt altına enjekte edildiğinde, ihtiyaca göre daha kısa veya uzun süre etki eden insülinler geliştirilmiştir ve normal fizyolojiyi daha iyi taklit ettiklerinden dolayı bu insülin analogları daha sık kullanılmaktadır.

İnsülin enjeksiyon tekniğinde de önemli gelişmeler olmuş ve geliştirilen insülin kalemleri, insülin uygulanmasını çok kolaylaştırmıştır. Kan şekeri ölçüm yöntemleri de çok gelişmiş ve beş dakikada bir otomatik ölçüm yapan ve şeker ölçüm sonuçlarının cep telefonundan izlenebildiği sistemler geliştirilmiştir. Ölçüm stripleri belli kurallar içinde geri ödenmekte olduğundan, kan şekeri takibinde gelişmeler kaydedilmiştir. Ancak özellikle Tip 1 diyabetli çocuklar ve erişkinler için büyük önem taşıyan sürekli kan şekeri ölçüm kitleri halen geri ödemede değildir.  

Son 3-4 dekadda insülin pompası olarak bilinen sürekli insülin akışı sağlayan sistemler geliştirilmiştir ve bunlar giderek daha iyi özelliklere sahip olmaktadır. Kan şekeri ölçümü ve insülin verme tekniklerindeki gelişmelerin birleştirilmesiyle yeni yazılımlar yapılmış, kan şekerini ve onun değişim eğrilerini ölçüp uygun olarak kendiliğinden insülin akışı sağlayan otomatik insülin verme sistemleri geliştirilmiştir. Daha sonra, yalnız insülin değil gerektiğinde kan şekerini yükseltebilen glukagon hormonu da verebilen çift hormonlu sistemler üretilmiştir. Bugün geldiğimiz noktada elimizdeki otomatik insülin verme alanındaki son teknolojik olanaklar şöyle özetlenebilir:

  • Sensorlü pompalar, önceden programlanmış insülin dozlarını veren ve aynı zamanda kan şekerini ölçen ve bunun belirlenmiş aralığın dışına çıkması durumunda uyarı veren pompalardır. Bunlar, kan şekeri düştüğünde veya düşme riski ortaya çıktığında yalnızca uyarı vermeyip insülin akışını da durdururlar.
  • Hibrid otomatik insülin verme sistemleri (Hibrid kapalı devre, yapay pankreas) ise kan şekerindeki değişmeleri otomatik olarak izleyerek insülin akışını gerektiğinde artırır veya azaltırlar.
  • Biyonik pankreas, kan şekerini ölçerek insülin verme hızını ayarlayan ve gerektiğinde glukagon akışı da sağlayabilen sistemdir.

Teknolojik gelişmeler özellikle Tip 1 diyabetli bireylerin şeker ayarını kolaylaştırmak, komplikasyon ve hipoglisemileri önlemek yönünden büyük fırsatlar sunmaktadır. Bu gelişmelere yaygın olarak ulaşmayı zorlaştıran en büyük etken bu sistemlerin maliyeti ve geri ödeme sistemlerinin bunları kapsamasıyla ilgili sorunlardır.”

DİYABET TEDAVİSİNDE SÜREKLİLİĞİN VE DİSİPLİNİN ÖNEMİ

Prof. Dr. Müjde Aktürk

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Diyabet Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyesi

“Diyabet, 21. yüzyılın en büyük küresel sağlık sorunlarından biridir. Her yıl daha fazla kişi diyabet ile yaşamaktadır. Diyabet tanısı kesinleştikten sonra hastalık ömür boyu devam eder. Ancak, diyet ve egzersizi içeren yaşam tarzının iyileştirilmesi ile birlikte çoğu ağızdan alınan çeşitli ilaç ve/veya insülin tedavisi ile kontrol edilebilir. Tedavi hedefi, normal veya normale yakın kan şekeri düzeylerini sağlamaktır. Bireyin kendi kan şekerini ölçerek kendi kontrolünü yapması gerekir. Hastaya diyabet yönetimi için eğitim (diyet eğitimi, diyabet eğitimi, insülin eğitimi vb) verilmelidir. Diyabet takip ve tedavisinde kişi kendi sorumluluğunu taşıyıp, disiplinli bir yaklaşım izleyerek kan şekerini normal sınırlarda tutabilir.  Diyet ve egzersizi içeren yaşam tarzı değişikliklerini, ilaç tedavisini, insülin tedavisini sağlık ekibinin önerileri doğrultusunda disiplinle uygulamak, kısa ve uzun dönemde diyabetin olumsuz etkilerinden korunmasını sağlar.

“YAŞAM TARZI DEĞİŞİKLİKLERİ TÜM DİYABETLİLER İÇİN ŞARTTIR”

Yaşam tarzı değişiklikleri ve ilaç tedavisine uyum tüm diyabetliler için şarttır. Böylece organ hasarları önlenebilir. Kilo fazlalığının giderilmesi şeker ayarını iyileştirdiği gibi, ilaç gereksiniminde azalma bile sağlayabilir. Diyabetli birey, yiyecek satın alma, yemek hazırlama ve yiyecekleri porsiyonlama konusunda bilgi sahibi olmalıdır. İnsülin veya hipoglisemi yapan ağızdan ilaç kullanan hastaların öğünlerini düzenli yemeleri gerekir. İnsülin veya kan şekerini düşüren ilaç aldıkları halde öğünlerini yememeleri kan şekerlerinin çok düşmesine neden olabilir.

Tip 1 diyabeti olan kişilerin ömür boyu insülin kullanmaları gerekmektedir. Benzer şekilde tip 2 diyabeti olan kişilerde de kan şekeri ayarı diğer ilaçlarla yapılamadığında veya bu ilaçların kullanılması uygun olmadığında, şeker ayarını iyileştirmek için insülin tedavisi gerekli olabilir. Pankreasta üretilmediği veya yeterli olmadığı için, eksik olan insülinin dışarıdan verilmesi hedeflenmektedir.  İnsülin tedavisine uyum, diyabetin iyi kontrolü için önemlidir.  İnsülinlerin, etkilerinin başlama süresi, etki süresi vb özellikleri arasında farklılıklar vardır. Kısa etkili insülinler öğünden önce yapılır. İnsülin yapıldıktan sonra yemek yenmezse hipoglisemi yaşanabilir. İnsülinler hekimin tavsiye ettiği zaman ve miktarda yapılmalı ve dozlar atlanmamalıdır. Yoksa kan şekeri yükselir ve hayatı tehdit edebilecek ağır tablolar ortaya çıkabilir. Bu hataların uzun süre tekrarlanması ise kronik komplikasyonlar denilen, göz, böbrek, sinir, kalp, damarlar gibi diğer dokularda hasarlara neden olabilir. En iyi çözüm ilaçların, doz atlanmadan kullanılmasıdır. İnsüline yeni başlayanlar diyabetlerini kısa sürede çok iyi yönetebileceklerine olan inançlarını korumalıdırlar. İnsülinin yaşam kurtarıcı bir ilaç olduğu, diyabetin neden olacağı komplikasyonları önlemek için hayati önemi olduğu unutulmamalıdır.

Kan şekeri düzeyinin düzenli olarak ölçülmesi şeker kontrolü için faydalıdır. Parmak ucundan kan şekeri ölçümü en yaygın kullanılan yöntemdir. Ölçümlerin önerilen sıklıkta yapılması, günlük yaşamda diyabetin nasıl seyrettiğini, gıdaların, egzersizin, uygulanan ilaçların ve insülinin kan şekerini nasıl etkilediği hakkında bilgi verir.”

GEBELİK DİYABETİ

Prof. Dr. Zeynep Oşar Siva

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi ve Türk Diyabet Cemiyeti Başkan Yardımcısı

Gebelikten önceki dönemde kan şekeri düzeyiyle ilgili herhangi bir sorun yaşamamış olan bir gebede, hamilelik döneminde ortaya çıkan kan şekeri yüksekliklerine ‘gebelik diyabeti’ (gestasyonel diabetes mellitus, GDM) denir. Sıklıkla 24’üncü haftadan sonra ortaya çıkar.  Genel olarak her yüz gebelikten 5-8’inde görülür.

Gestasyonel diyabet riskini arttıran faktörler nelerdir?

. 35 yaşından büyük olmak

. Fazla kilolu ve şişman olmak

. Ailede birinci derece akrabalarda diyabet bulunması

. Daha önceki gebeliklerde gebelik diyabeti tanısı almış olmak

. İri bebek doğurmuş olmak

. Gebelik öncesinde prediyabet tanısı almış olmak 

. Polikistik over sendromu tanısı almış olmak.

. Gestasyonel diyabetin nedeni nedir?

Gestasyonel diyabet gebeliğe özgü bir durumdur ve doğumdan sonra ortadan kalkması beklenir. Gestasyonel diyabete yol açan temel neden gebelikte plasentadan salgılanan bazı hormonlardır. Bebeğin sağlıklı gelişimini sağlayan bu hormonlar, diğer yandan bebeği korumak için fizyolojik bir insülin direnci ortamı oluşturur. Bu direnci yenmek için annenin pankreası insülin üretimini arttırır ve şeker yükselmez. Ancak, özellikle yukarıda sözünü ettiğimiz risk koşullarında bu denge bozulur ve annenin insülin üretimi şekeri dengede tutmaya yetmez ve şeker yüksek kabul ettiğimiz değerlere ulaşır. Annede yükselen şeker plasenta yoluyla direkt olarak fetusa geçerek fetusun kilo almasına neden olabilir. İri bebek gerek doğum sırasında gerekse çocukluk ve erişkinli döneminde bazı metabolik problemleri de beraberinde getirebilir. Bu nedenle önlenmesi gereken bir durumdur. 

. Gestasyonel diyabet tanısı nasıl koyulur?

Kan şekeri gebelik için öngörülenden daha yüksek olduğunda gestasyonel diyabet tanısı konur. Gerek görülürse şeker yükleme testiyle tanı doğrulanır. Şeker yükleme testinin gebeye herhangi bir zararı yoktur. Gebelik sırasında açlık kan şekeri en fazla 90 mg/dL, yemeklerden sonra kan şekeri ise birinci saatte 130 -140 mg/dL arasında, ikinci saatte ise 120 mg/dL’den az olmalıdır. Kan şekeri normal sınırlardaysa tedavi yeterli demektir. Diyabetli gebe, kendi kan şekeri ölçümlerini önerildiği gibi yapmalıdır. Ölçüm değerleri gereğinde, gebeyi izleyen diyetisyen, eğitim hemşiresi ve hekimle paylaşılmalıdır.   

. Gestasyonel diyabet nasıl tedavi edilir?

Gestasyonel diyabet genel olarak beslenme tedavisi ve fiziksel aktivite hastaların yüzde 80-85’inde kan şekerini kontrolunu sağlamaya yetmektedir. Bu tedbirlere rağmen kan şekeri önerilenin üstünde kalan yüzde 15-20 kadar hastaya, ihtiyaç kadar insülin verilir. Ağızdan kullanılan diyabet ilaçları gebelerde kullanılmaz. 

. Gestasyonel diyabet anne açısından kalıcı diyabete neden olur mu?

Doğumdan sonra gestasyonel diyabet düzelir, ancak ileride Tip 2 diyabet ortaya çıkma riskinin artmış olduğunu unutmamak ve düzenli aralıklarla testleri sürdürmek gerekir. Gestasyonel diyabetli kadında yaşam boyu diyabet olma riski yüzde 50 civarındadır.”

DİYABET VE AYAK BAKIMI

Prof. Dr. Tamer Tetiker

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrin ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Diyabet Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyesi

“Diyabet iyi tedavi edilmez ise bedenin tüm yükünü taşıyan ayaklarda, özellikle damarlarda ve sinirlerde hasar oluşturarak ayak yaralarına neden olabilir. Ayak yaraları diyabetik hastalar için en sık hastaneye başvuru nedeni, en sık ve en uzun süre hastanede yatma nedenidir.  Diyabetik ayak yarası gelişiminde temel risk faktörleri: erkek cinsiyet, 10 yıldan uzun süreli kontrolsüz diyabet, kötü şeker kontrolü ve sigara içilmesidir. Kontrolsüz diyabete bağlı ayak ve bacak sinirlerinde oluşan ve nöropati adı verilen sinir hasarı, dokunma ve ağrı duyusunun kaybına, sıcak ve soğuk uyaranların algılanamamasına neden olur. Ağrı duyusu azalmış veya tamamen kaybolmuş kişiler; sıcak veya soğuğa maruziyet, çarpma, vurma, ezilme vb. travmaları hissetmediklerinden kolay yaralanmakta ve gerekli önlemleri almakta gecikmektedir. Kontrolsüz diyabetin neden olduğu diğer bir önemli sorun ise ayak veya bacak damarlarında oluşan daralma ya da tıkanma nedeniyle kan akımının azalması ve yaraların iyileşmesinin güçleşmesidir.

Diyabetik ayak yaralarının tedavisi bu konuda uzman hekimlerin yer aldığı bir ekip tarafından yapılmalıdır. Zamanında ve uygun tedavilerin yapılmadığı hastalarda uzuv kaybından yaşamın sona ermesi riskine dek istenmeyen sonuçlarla karşılaşılabilmektedir. Dolayısı ile ayak yarası oluşumunu önleyecek tedbirler son derece önem kazanmaktadır:

. İyi kan şekeri kontrolü son derece önemlidir.

. Hastalar hem diyabet hem de nöropati ve damar hastalığı yönünden eğitilmeli, muayene sırasında ayaklar mutlaka çıplak kontrol edilmelidir.

. Hastalar ayaklarını her gün kontrol etmeli, kızarıklık, şişlik, renk değişiklikleri, vurma, soyulma, su toplaması, parmak aralarında beyazlaşma gibi bulguların varlığında derhal bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

. Ağrı ve ısı duyusu kaybı nedeniyle ayaklar sobaya ve sıcak nesnelere yaklaştırılmamalıdır.

. Çıplak ayak ile dolaşılmamalı, çorapsız ayakkabı giyilmemeli, pamuklu yumuşak çoraplar giyilmeli, tırnaklar düz kesilmelidir.

. Nöropatiye bağlı kuruluk ve topukta çatlakları önlemek için nemlendirici kremler önerilmelidir.

. Ayakkabılar yumuşak, ayağı sıkmayan, rahat yürümeyi sağlayacak şekilde olmalıdır.

Sonuç olarak, diyabetik hastalar ayaklarına ‘gözleri’ gibi bakmalıdırlar.”

1955’DEN GÜNÜMÜZE TÜRK DİYABET CEMİYETİ

Prof. Dr. Hasan İlkova

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi ve Türk Diyabet Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı

“1955 yılında kurulan Türk Diyabet Cemiyeti (TDC), ülkemizde diyabetle mücadele, diyabetli vatandaşlarımızın yaşam kalitesinin geliştirilmesi, hastalık ve komplikasyonlarının tedavisi hususlarında, toplumun bilinçlendirilmesi için çalışmalar yapmakta, diyabet taramaları ve akademik eğitim programları ile diyabeti toplum gündeminde tutmayı amaçlamaktadır.

Beş yıl önce kurduğumuz Diyabet ve Obezite Farkındalık Eğitim Merkezi’miz (DOFEM) özellikle hasta ve yakınlarına yönelik olarak şeker izlenmesi, beslenme ve egzersiz, ayak sağlığı, seyahat ve özel durumlarda yapılması gerekenler, insülinin saklama ve taşıma koşulları, ağız ve diş sağlığı, yıllık yapılması gereken kontroller gibi konu başlıklarında ücretsiz eğitimler vermektedir.

Bunun yanı sıra okullar, belediyeler, huzurevleri gibi çeşitli kurumlarla da isbirliği yaparak ‘Diyabet ve Sağlıklı Beslenme’, ‘Diyabetle Yasam’ seminerleri düzenleyerek, ücretsiz kan şekeri taramaları yaparak halkımızı bilinçlendirmekteyiz. Üç ayda bir çıkardığımız ‘Diyabet’ isimli dergiyle diyabet, sağlıklı yaşam ve beslenme hakkında önemli bilgiler veriyoruz. Bu dergiyi İstanbul’da ki Aile Sağlığı Merkezleri aracılığıyla ve posta yoluyla Türkiye’deki diyabet kliniklerine ve diyabetli insanlara ulaştırmaya çalışıyoruz.

Hizmet öykümüzün en son aşaması İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin destekleri ile yedi yıldır faaliyet gösteren, diyabetlilere ayrıcalıklı ve öncelikli hizmet veren, ülkemizin tek diyabet hastanesi olan Dr. Nazif Bağrıaçık Kadıköy Hastanesi’dir. Hastanede hiçbir kâr amacı güdülmeden topluma sağlık hizmeti verilmekte ve özellikle insan hayatında çok önemli sonuçlar doğuran kronik hastalıkların başında gelen diyabet ve obezitenin tanı ve tedavisinde uzmanlaşmış kadrosuyla bu konudaki farkındalığı artırmak amacıyla çalışmalar sürdürülmektedir.

Her yıl Türkiye Diyabet Vakfı ile birlikte düzenlediğimiz Ulusal Diyabet Kongreleri sayesinde de bilim insanları ve sağlık profesyonellerini bir araya getirerek; bilgi alışverişinde bulunmalarına ve güncel gelişmeleri takip etmelerine aracılık ediyoruz. Bir diğer önemli faaliyetimiz de 55 yıldır düzenlediğimiz, Tip 1 ve Tip 2 diyabetlileri bir araya getiren tek kamp olma özelliği taşıyan Yaz Eğitim Kampı’mız olup, diyabetli çocuk ve erişkinler ayrı gruplar halinde kampta tatil ortamında, bakım ve kontrol kavramlarını öğrenerek, tedaviye uyumlarını arttırıyorlar. Bu kamplara ihtiyacı olan Tip 1 diyabetlilere maddi destek de sağlanmaktadır.

Ayrıca 1959 yılında Uluslararası Diyabet Federasyonu’na (IDF) 21. üye olarak katılan cemiyetimiz; ülkemizin diyabet alanındaki sağlık hizmetlerini ve bilimsel çehresini, uluslararası camia da temsil eden önemli bir üyedir.”


İçeriği Paylaşın