Ereksiyon

Ereksiyon

Ereksiyon

Bizi Takip Et


Erektil disfonksiyon (ED), seksüel ilişki için gerekli olan penil ereksiyonun başlatılmasında, sağlanmasında ve devamında yetersizlik olarak tanımlanabilir. Erektil disfonksiyon erkeğin  mutluluğunu, kendine saygısını, toplumsal ilişkilerini zedeleyen ve ciddi psikolojik sorunlar oluşturan bir patolojidir. Yaşam süresinin uzaması ile ED yakınması toplumdaki genel oranınıda doğal olarak yükseltmektedir.
Yaşlanmakla birlikte orgazmik müsküler kontraksiyonlarda daha seyrak ve daha zayıf olmaktadır. Ejekülasyon ve orgazma ulaşma süreleri uzamakta, ejekülasyon atım gücü azalmaktadır. Hormonal ve vaskülar yaşlanmaya bağlı olarak bu değişiklikler fizyolojik sınırlar içinde kabul edilmektedir.

Üro-onkolojik cerrahi girişimler, cerrahi alanı ve teknikleri ile ilgili olarak erektil fonksiyon bozuklukları ile hastaları sık sık yüz yüze getirmektedir. Erektil fonksiyonlar incelendiğinde  bu cerrahi girişimler arasında en sık radikal prostatektomi öne çıkmaktadır. Yeni cerrahi tekniklerin kullanıma girmesi ve hastaların beklenen yaşam sürelerinin uzun olması nedeniyle, radikal prostatektomide erektil fonksiyon sık çalışılan bir konudur.

Radikal Prostatektomi ve Erektil Fonksiyonlar

Anatomik radikal retropubik prostatektominin tanımlanması ve sinir koruyucu radikal retropubik prostatektominin uygulamaya girmesiyle prostat kanserinin cerrahi tedavisinde önemli bir basamak atlanmıştır. Lokalize prostat kanserinde kür sağlanması açısından radikal prostatektomi etkin bir tedavidir. Bununla birlikte cerrahi sonrası hastaların çoğunda erektil kusurlar olduğundan sıklıkla daha az etkin tedavi seçenekleri kullanılmaktadır. Ancak postoperatif potensin sağlanması ile ilişkili sonuçlar merkezler ve cerrahlar arasında anlamlı farklılıklar göstermektedir. ED’li hastaların çoğunda erektil fonksiyonlardaki gerileme yıllar içerisinde yavaş yavaş gelişirken radikal retropubik prostatektomi sonrasında görülen fonksiyon kaybı ani ve total olmaktadır.

Penil ereksiyon fizyolojik, nörolojik , hormonal ve vasküler faktörlerin etkileşimi ile ortaya çıkan refleks bir fenomendir. Ereksiyonu sağlayan primer hemodinamik olay artmış arteriyel kan akımıdır. Penisin arteriyal kan akımı  hipogastrik arterin terminal dalları olan iki internal pudental arter ile sağlanır. Penil kan akımının artmasında rol oynayan nöral mekanizmalar tam olarak açıklanamasa da ereksiyonun sağlanmasında iki yol olduğu bilinmektedir. Birincisi  sakral parasempatik merkez ve ikincisi  lomber sempatik merkezdir. Bu nöral yollar pelvik pleksustan geçer. Ayrıca pelvik pleksustan ilerlemeyen pudental sinirin somatik aferent lifleri de penil ciltten duyu impulslarının alınmasında gereklidir.

Radikal prostatektomi sonrası empotans etyolojisi açık olmamakla birlikte nörojenik, psikojenik ve olasılıkla vasküler faktörler mevcuttur.
Pelvik organların ve dış genitallerin otonomik innervasyonu pelvik pleksustan sağlanır. Burada sakral merkezden (S2-S4) çıkan parasempatik visseral efferent preganglionik lifler ve torakolomber merkezden (T11-L2) gelen sempatik lifler mevcuttur. Parasempatik sinirler pleksusa 1863 yılında Eckhardt tarafından nervus erigentes olarak isimlendirilen pelvik sinir vasıtasıyla girer. Bu sinir 5-6 ayrı daldan oluşmakta olup bunlar  S3 ve S4’ün anterior dalları ve hastaların %12’sinde aynı zamanda S2 ya da S5 ‘den köken alırlar. Ortalama uzunluk 2.5-3 cm’dir. Sempatik lifler torakolomber merkezden gelir ve pelvik pleksusa 3 yolla ulaşır. Bunlar içinde en önemlisi hipogastrik sinirdir. Diğerleri sakral sempatik zincir dalları (sıklıkla 4. -5. ganglion) ve superior hemoraidal artere eşlik eden otonomik inferior mezenterik pleksustan çıkan dallardır. Erkeklerde pelvik pleksus retroperitoneal olarak rektumun yanında yer alır ve sagittal planda rektangüler plate oluşturur. Bu plate sakrumdan ventral olarak douglasa kadar uzanır. Uzunluğu yaklaşık 4 cm ve yüksekliği 2.5-3 cm kadardır.


Pelvik sinir endopelvik fasiya içerisinde seyreder ve konnektif doku ile çevrili olup bu doku hipogastrik damarları çevreleyen konnektif doku ile devamlılık gösterir. Pelvik sinir hipogastrik damar dallarının özellikle de inferior vezikal arterin başlangıcının dorsalinde yerleşir. Böylece inferior vezikal arterin başlangıç noktasından diseke edilmesi pelvik siniri hasarlandırmaz. Ancak inferior vezikal arter ve venin mesane ve prostatı beslemek üzere ayrılan dalları pelvik pleksustan geçer. Bu nedenle lateral pedikül olarak adlandırılan bu bölümün orta kesiminin diseksiyonunda sadece damarlar değil prostat, üretra ve korpus kavernozumun innerrvasyonu da kesilir.

Pelvik pleksus mesane, üreter, seminal veziküller, prostat, rektum, üretra ve korpus kavernozumu innerve eden visseral dallar verir. Ayrıca otonom lifler pelvik bölgedeki damarları da innerve eder. Somatik motor aksonlar içeren dallar pelvik pleksustan geçerek levator ani, koksigeus ve çizgili üretral kaslara ulaşır. Prostata giden dallar kapsülü delerek prostata girdikleri noktaya kadar prostat kapsülünün ve Denonvillier fasyasının dışında ilerler. Aynı şekilde üretra ve korpus kavernozuma giden dallar da prostat kapsülünün dışında seyreder. Erişkinlerde bu liflerin çoğu oldukça küçüktür ve disseke edilmesi zordur. Dolayısıyla seyirlerinin tanımlanması da esas olarak klinik gözlemler ve hayvan deneyleri ile sağlanmıştır. Ayrıca bu sinirler bir pleksustan çıktığı için tek tek hangilerinin sempatik, parasempatik ya da sempatik artı parasempatik liflerden oluştuğunu söylemek zordur.

Pudental sinir S2-S4’ün anterior dallarından oluşur ve lumbosakral pleksusun bir parçasıdır. Pelvik sinir (nervus erigentes) de esas olarak S2-S4’ün anterior dallarından köken alan otonom parasempatik liflerden oluşur fakat pudental sinirden tamamen farklı bir yol seyreder. Pudental sinir pelvik pleksusa katılmaz. Pelvisi büyük iskiadik foramenin alt bölümünden terk ederek iskiumu çaprazlar ve küçük iskiadik foramenden tekrar pelvise girer. İskiorektal fossanın lateral duvarı boyunca internal pudental damarlara eşlik eder ve ürogenital diaframa geldiğinde 3 terminal dala ayrılır
1) inferior hemoraidal sinir
2) perineal sinir
3) penisin dorsal siniri.

Penisin dorsal siniri pudental sinirin en derin terminal dalı olup iskiumun ramusu boyunca internal pudental artere eşlik eder ve daha sonra ürogenital diaframın fasyasının yüzeyel ve derin tabakaları arasında uzanarak inferior pubik ramus komşuluğunda ilerler. Yüzeyel fasyayı deldikten sonra korpus kavernozuma dallar verir, penisin dorsumunda seyrederek cilde duyu lifleri gönderir ve glans peniste sonlanır. Penil duyu pudental sinirin duyu lifleri ile sağlanır. Pudental sinirde hem sempatik hem parasempatik otonom lifler vardır.
Walsh ve ark. erkek fetüs ve yenidoğanlarda korpus kavernozumun otonomik innervasyonunu çizmişler ve böylelikle pelvik pleksus ve prostat, üretra, ürogenital diyafragma arasındaki topografik ilişkiyi ortaya koymaya çalışmışlardır. Bu çalışmadaki amaç radikal prostatektomi sonrası empotan hastalarda nörojenik faktörlerin nasıl sorumlu olduğunu göstermektir. Korpus kavernozumu innerve eden pelvik pleksus dalları rektum ve üretra arasında yerleşmekte ve ürogenital diyaframa üretra yakınlarından ya da müsküler duvarının içerisinden penetre olmaktadır. Pelvik pleksus hasarlanması iki şekilde olabilir. Birincisi lateral pedikülün ayrılması esnasında ikincisi ise üretranın apikal diseksiyonu esnasındadır.

Radikal prostatektomi sonrası erektil fonksiyonların geri dönmesi;
 hasta yaşı,
 ameliyat öncesi erektil fonksiyon
 nörovasküler bandlın korunması ile ilşkilidir.

Quinlan ve ark (1991) radikal retropubik prostatektomi yapılan 34 ile 72 yaşları arasında 503 potent hastayı değerlendirmişlerdir. 50 yaşın altındaki hastalarda nörovasküler bandılların bir ya da ikisi korunduğu zaman %90 nın potent kaldığı görülmüştür. 50 yaş üzerindeki erkeklerde ise nörovasküler bandlların her ikiside korunduğunda  potens daha iyi sağlanmıştır.
Lokalize prostat kanseri tedavisi yapılan hastaların çoğunda erektil fonksiyonların korunması önemli bir amaç olduğundan radikal prostatektomi öncesinde ve sonrasında mevcut olan faktörlerin cerrahi sonrası potensin geri kazanılmasında ne oranda önemli olduğu araştırılmıştır(Rabbani ve ark 2000). Cerrahi öncesi potent olan 314 hasta radikal prostatektomi ile tedavi edilmiş ve cerrahi sonrası potensin geri kazanılmasında hasta yaşı, preoperatif potens, statusu ve nörovasküler bandl korunma oranı anlamlı derecede önemli bulunmuştur. Cerrahi sonrası 3. yılda 60 yaşından genç cerrahi öncesi tam ereksiyonu olan ve bilateral nörovasküler bandl korunan hastaların %76’sında ilişkiyi sağlayacak kadar ereksiyonun kazanılması beklenebilir. 60-65 yaş arasında bu oran %56 ve 65 yaş üzerinde %47 olarak bulunmuştur. Her iki nörovasküler bandlın korunması ile karşılaştırıldığında, birine ya da ikisine parsiyel hasar durumunda potensin geri kazanımı oranı %77’ye düşmekte, bir nörovasküler bandlın rezeksiyonu durumunda ise bu oran %25’e gerilemektedir.
Erken evre prostat kanserli hastalarda sinir koruyucu radikal prostatektomi sonrası ED esas nedeninin organik kökenli olduğu noktrurinal tümesansta önemli derecede kayıp olmasıyla gösterilmiştir. Aynı hastalarda yapılan takiplerde 1 yıl sonra noktrurinal ereksiyonların olmadığı en geç 3.4 yılda tekrar geri döndüğü ortaya konulmuştur. Erektil fonksiyonun geri dönmesi yavaş ve zamana bağımlı olmaktadır. Sinir koruyucu radikal prostatektomi sonrası sinirin korunmasına optimal özen gösterilmesine rağmen genellikle hasar direkt travma ya da retraksiyon esnasındaki gerilmeye bağlı olmaktadır. Sinirdeki iyileşme hasar noktasından hedef organa doğru her günde 1 mm olmaktadır. Quinlan ve ark. sinir koruyucu cerrahi sonrası erektil fonksiyonların postoperatif 1. yılda geri dönmeye başladığı, az bir hasta grubunda ise 6. ayda başladığı belirtilmiştir. Son çalışmalarda bazı merkezlerin verilerine göre maksimum düzelmenin 18 ayda olduğu belirtilmiştir.
Hong ve ark. 198 hastada sinir koruyucu radikal cerrahi sonrası maksimum memnuniyet için 18-24 aylık bir periyodun gerektiğini vurgulamışlardır.

Radikal prostatektomiye bağlı gelişen erektil disfonksiyonun nedenleri şunlardır;
 Psikolojik
 Vasküler hasar
 Veno-okluziv disfonksiyon

Psikolojik faktörler:

Hastalara prostat kanseri olduğu söylendiğinde ya da tedavi aşamasına gelindiğinde ED gelişeceği söylendiğinde hastaların neler hissettiği oldukça önemlidir. Prostat kanserinin teşhisi ve tedavisi hastada ve partnerinde emosyonel stres yaratmaktadır. Hastalığın getirdiği, içinde bulunduğu duruma uyumsuzluk, kontrol kaybı, öfke korku ve depresyon ED’a neden olarak gösterilebilmektedir. Ancak bunlar içinde depresyonun ED ile olan ilişkisi açık olarak gösterilmesine karşın libidoyu da belirgin oranda azaltmaktadır. Libido ED’da erken dönemde etkili görülmemekle birlikte zamanla libidoda da bir kayıp gözlenmektedir. Sonuçta psikolojik nedenler cerrahi sonrası gelişen ED’da etkili olmakta ancak dominant neden değildir.

Vasküler hasar:

Vasküler hasarın ED üzerine olan etkilerine bakılacak olursa, normalde, arteriyel sistemde dinlenme esnasında kan akımı 10 ml/dk iken ereksiyon esnasında 6 kat artmaktadır. Ayrıca ereksiyonda intrakorporal basınç 90 mmHg olmaktadır ve kavernöz cisimleri doldurmak içinde 140 ml kan hacmi gerekmektedir. Kabaca düşünecek olursak gece ereksiyonlarının nedeni penil doku oksijenasyonunun sağlanması olarak düşünülebilir. Böylece ereksiyonun olmaması korpus kavernozuma gelen O2 azalmasına bu da iskemi ve doku hasarına yol açarak transforming GFB1 aktive ederek doku fibrozisine neden olmaktadır. Penil vasküler patoloji ve vazoaktif ajanlara verilen cevap arasında kötü bir korelasyon vardır. Bir çok çalışmada vazoaktif ajanlara verilen cevabın %80’den fazla olduğu belirtilmiştir. Breza ve ark.’nın kadavralar üzerindeki incelemelerinde %70’inde aksesuar pudental arter saptamışlardır. Ayrıca bunlarında %75’inde aksesuar pudental arterin kavernözal arter olarak sonlandığını belirtmişler ve postoperatif erektil fonksiyonlarda kişinin preoperatif vasküler yeterliliği ve aksesuar kavernozal arterin etkili olduğunu vurgulamışlardır. Buna karşın Walsh ve Polascik NSRRP esnasında aksesuar internal putdental arteri %4 oranında gözlemlemişler ve cerrahi esnasında ancak %79’unda koruyabilmişlerdir ve potensin korunmasındaki yolun aksesuar arterleri korumak olmadığını belirtmişlerdir. Verilere dayanmamakla birlikte genel konsept arteriyel yaralanma veya arteriyel hastalıklar erektil fonksiyonların yeniden kazanılmasında ya da sildenefile verilen cevaptaki yetersizlikte esas neden olduğu savunulmaktadır.

Veno-okluziv disfonksiyon:

Radikal prostatektomi esnasında dorsal ven kompleksi bütünüyle bağlanmaktadır. Ligasyonun fizyolojik etkisi açık değildir. Bununla birlikte venöz kaçağa bağlı erektil disfonksiyon tedavisinde dorsal ven ligasyonu önerilmektedir. Araştırmacılar RRPP sonrası venookluziv disfonksiyon oranını %52 olarak belirtmişlerdir. Denervasyona bağlı nokturinal ereksiyonların olmaması doku fibrozisine bu da venookluziv disfonksiyona neden olmaktadır. Ayrıca arteriyel yaralanmaya bağlı uzun süreli, doku iskemisine bağlı doku fibrozisi de venookluziv disfonksiyona neden olmaktadır. Venookluziv erektil disfonksiyonda bir diğer neden ise radyasyonun oluşturduğu doku fibrozisidir.
Uzun dönem takipler sonucunda erektil fonksiyonların yeniden kazanılmasın da ya da sildenefile olan cevapta venookluziv disfonksiyonun etkili olmadığı belirtilmiştir.

Sinir koruyucu olmayan RP’de %98 oranında empotans görülmektedir. Sinir koruyucu RP yapılan hastalarda ortalama %50 oranında ; tek taraflı sinir korunan hastalarda %35-40’ında, çift taraflı sinir korunan hastalarda %60’ında erektil fonksiyonlar geri dönmektedir (6 ay- 3.4 yıl ortalama 1 yılda). Bazı hastalarda NSRRP sonrası erektil disfonksiyonda düzelme olmayabilir. Bunun nedeni ise: ana kavernozal arter olarak sonlanan aksesuar pudental arterin cerrahi esnasında çıkarılmasına bağlanmıştır. Aksesuar pudental arter %35 oranında görülmektedir. %50 sol taraftan, %25 sağ taraftan %25 ise bilateral olabilir. Çoğu durumda aksesuar pudental arter obturator arterden ya da internal pudental arterden kaynaklanmaktadır.
Stanford ve ark.’nın lokalize prostat kanserli 1291 hastada radikal prostatektomi öncesinde ve sonrasında seksüel fonsiyonların dağılım yüzdeleri aşağıdaki tabloda verilmiştir.( JAMA 2000).
Bu çalışmada radikal prostatektomi sonrası 18 ay ve daha uzun takipler sonrasında hastaların yüzde 59.9’unda erektil disfonksiyon  varken, 24 ayda hastaların yüzde 41.9’unda ED devam etmiştir. Sinir koruyucu yapılmayan radikal prostatektomi hastalarının yüzde  65.6’sı, unilateral NSRRP yapılanların yüzde 58.6, bilateral NSRRP yapılanların yüzde 56’ sında ED saptanmıştır. Hastaların RP sonrası ED değerlendirmesi için en az 6 aylık bir süre geçmesi gerektiği bildirilmiştir.

Catalona ve ark’ nın  (J Urol 1999) 1870 NSRRP yapılan  hastayı kapsayan çalışmasında erektil fonksiyonlar değerlendirilmiştir. Hastaların takip süreleri 18 ay, cerrahi sonrası radyoterapi ve hormonal tedavi alması gereken hastalar değerlendirme dışı bırakılmıştır. Hastalara unilateral ve bilateral NSRRP yapılmış. Erektil fonksiyonların yeniden kazanılması birinci derecede sinir korunumunun tek veya çift taraflı olmasına bağlanmıştır(%47, %68). Hastalar genel olarak değerlendirildiğinde erektil fonksiyonların yeniden kazanılmasında yaşın önemli bir belirleyici olduğu ve patolojik evrenin önemli olacağı vurgulanmıştır(pT1/pT2:%68, pT3a/pT3b:%65, pT3c/N1:%53). Ancak klinik evre ile ilişkili olmadığı belirtilmiştir. Preoperatif PSA’lar incelendiğinde erektil fonksiyonların yeniden kazanılmasında aralarında ılımlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir(PSA<2.6:%75, 2.6-4:%73, 4.1-9.9:%69, >9.9:%65)

Polanscik ve ark.(BJU 2001) 123 lokalize prostat kanserli hastada radikal prostatektomi öncesi ve sonrası erektil fonksiyonları değerlendirmek için objektif testler olan intrakavernözal enjeksiyonlu renkli doppler USG ve NPT testi uygulamışlardır. Hastalardan 21 tanesinin cerrahi öncesi potent olduğu bu testlerle belirlenmiş. Bazı çalışmalarda aksesuar pudental arterin korunmasının operasyon sonrası erektil fonksiyonların korunmasında önemli olmadığını vurgulamasına rağmen bu çalışmada operasyon esnasında aksesuar pudental arterin yaralanmasının ya da bağlanmasının penil kan akımını azalttığı vurgulanmıştır. Sağ ve sol aksesuar pudental arterin yaralanmasının birbirine göre önemli olmadığı vurgulanmıştır. Cerrahi öncesi potent olan 21 hasta cerrahi sonrası NPT ve Doppler USG normal olan 9 hastanın potensi korunmuştur. Diğer 12 hastanın ise potensi yeterince korunamamıştır. Preoperatif intrakavernözal enjeksiyona cevap veren 16 hastada erektil fonksiyonlar korunabilmiştir. Ancak NPT ve doppler USG’ye anormal cevap veren 5 hastada erektil fonksiyonların korınmasında postoperatif bir azalma olduğu vurgulanmıştır.bu çalışmada sonuç olarak nörojenik ve vasküler faktörlerin erektil fonksiyonların korunmasında etkili olduğu vurgulanmıştır.

Nörovasküler bandl’ın yeri anatomik olarak çok iyi tarif edilmesine rağmen sinir koruyucu cerrahi esnasında mikroskop kullanılmasında dahi sinirin belirlenmesi ve korunması oldukça zordur. Sinirin yerini tam olarak saptayabilmek için intraoperatif kavernöz sinir stimülasyonu yöntemi geliştirilmiştir. RP sonrası erektil fonksiyonların korunması prostat, membranöz üretra  ve vesikülo seminalise yakın olarak yerleşen kavernöz sinirin bütünlüğünün korunmasına bağlıdır. Kavernöz sinirin tanımlanmasına yardımcı olmak amacıyla CaverMap cerrahi prob geliştirilmiştir. Bu prob hem bir sinir stimülatörü, hem de gözle görülemeyen penil tümesanslardaki küçük yükselme ve düşüşleri fark eden tümesans gözlemcisidir. Bu prob tecrübesi az olan cerrahların kavernöz csiniri belirlemesinde daha uygun stratejilere sahip olacaktır. Ancak caverMap kullanımına bağlı sonuçlar çelişkilidir.

CaverMap  yapılan grup ile klasik NSRRP yapılan grup arasında potensin geri dönüşü arasında çok anlamlı fark bulunamamış ayrıca sensitivite ve spesifitenin düşüklüğü nedeniyle rutin kullanıma uygun olmadığı savunulmaktadır.

Radikal prostatektomi sonrası sinir grefti kullanımı:

RP  sonrası tek yada iki taraflı nörovasküler bandl çıkarılan hastalarda alternatif olarak sunulan ancak çok yaygın kullanım alanı bulamayan bir uygulama da nöro-vasküler bandl korunamayan hastalarda sinir greftinin kullanılmasıdır. Greft için brakial yada fasial sinir yaralanmalarında da yaygın olarak kullanılan süral sinir tercih edilmektedir. Bu sinir yeterli uzunlukta elde edilebilir ve dayanma süresi daha uzundur. Tümör T1c, gleason skoru<7 ise ve PSA<10 ise sinir grefti önerilmemektedir. Bu işlem esnasındfa sağlam sinir uçlarının belirlenmesi için CaverMap cerrahi prob kullanılarak sağlam uçlar sütüre edilir. Bununla ilgili ilk veri lokalize pğrostat kanserli 12 potent erkekte RRP esnasında bilateral olarak uygulanmış ve sinir korunmayan RP uygulanan 12 hastayla karşılaştırılmıştır. 12 hastadan 4 tanesi grefti kabul etmiş ve cinsel ilişki için yeterli ereksiyon sağlamıştır, 5 hasta ise %40-60 arası yeterli ereksiyon elde etmişlerdir. Toplam 9 hastada %75 erektil aktivite kazanılmıştır. Walsh son zamanlarda bu tekniğin zorluklarını; kavernöz sinir son uçlarının bulunmasındaki zorluk ve sinir son uçlarının anastomozundaki zorluk olarak belirtmiştir. Ayrıca genitofemoral sinir kullanımının daha kullanışlı olacağını ve hastaları sensorial defekten koruyacağını belirtmiştir.
Bu işlemin perinöral invazyon düşünülen hastalarda, cinsel fonksiyonların geriye dönmesi fazla beklenmeyen hastalar ve sinir grefti yerleştirilmesinden fayda beklenmeyen hastalarda önerilmemektedir.

Radikal Sistektomi ve Erektil Fonksiyonlar

ED radikal sistektomi sonrası görülebilen komplikasyonlardan biridir ancak nörovasküler bandl’ın dikkatli disseksiyonu ile hastaların çoğunda potens sağlanabilir. Yaş önemli bir prognostik faktördür. 70 yaşının üstündeki hastalarda ED riski çok daha fazladır. 60 yaşının altında ve tümör yükü fazla olmayan hastalarda potensin korunması çok daha kolaydır. İnvaziv mesane kanserli hastalarda kontinans ve seksüel fonksiyonlar korunarak tedavi mümkündür.

Tedavi

İnsan penil morfometrisi değerlendirildiğinde NSRRP yapılmış hastaların penil uzunluğun ve çevresi flask ve erekte durumda azaldığı saptanmıştır. En büyük değişim ilk yılın ilk ve 2.3 ayında ortaya çıkmıştır. Değişiklikler genellikle cerrahi sonrası 4. ve 8. ayda ortaya çıkar. Bu 4-8 ay aynı zamanda müsküler atrofi gelişmesi içim uygun bir zamandır. Montorsi ve ark operasyondan hemen sonra 2 haftada bir yapılan enjeksiyon tedavisinin doğal ereksiyon fonksiyonunun 6 ayda geri getirdiğini göstermiştir. NSRRP’den 1 yıl veya daha fazla süreden sonra ED için tedavi almaya başlamış 47 erkeğin uzun süreli fonksiyonlarının geri dönüşü incelendiğinde bu hastaların hiç birinin doğal fonksiyonlarından tatmin olmadığı %10’unun sildenafille tatmin olduğu ortaya konmuştur. Benzer bir grupta ve karşılaştırılabilir yaş ve patolojik safada olan ve cerrahiden 1 yıldan az süre geçmi,ş erkeklerde normal ereksiyon fonksiyonu ile tatmin oranı %20, sildenafille tatmin oranı %57 bulunmuştur. Bu farklılık bize geri dönüşümsüz penil hasarın 1 yıldan sonra oluştuğunu göstermektedir. Ya da  seçilmiş hastalarda çalışmanın yapıldığını düşündürmektedir.

Vakum ereksiyon aleti:

İlk olarak 1917’de patent almasına rağmen 1980’lere kadar vakum ereksiyon aleti üroloji camiasında kabul görmemiştir. Oral tedavinin başlamasına kadar geçici olarak görülmüştür. Etki oranı, hasta ve partner tatmini %80’den yüksek bulunmuştur. RR’den sonra vakum ereksiyon aletinin kullanılması hasar nörolojik olduğu için etkilidir. Kullanımı kolay olan bir alettir. Hastalardan alınan bilgilere dayanılarak yapılan bir çalışmada RRP yapılan erkeklerden %32’sinin vakum ereksiyon aleti kullandığı ortaya konmuştur. RRP’den sonra intrakavernözal tedavi ile vakum tedavisini karşılaştıran bir çalışmada hastalar 2/1 oranında intrakavernözal tedaviyi tercih etmişlerdir. Vakum aletinin en önemli dezavantajı doğal ereksiyon yerine düşük akımlı iskemik bir ereksiyon oluşturmasıdır. Preoperatif fonksiyonları normal olan hastalarda cerrahiden sonra ilk 2 yıl içinde ereksiyon esnasında doku oksijenasyonunun arttırılması teorik olarak avantajlı olacağından doğal ereksiyonun dönmesinde vakum ereksiyon cihazı zararlı olabilir.

Alprostadil :

İntraüretral prostaglandin (PG 1) tedavisi 1997 yılında FDA tarafından onaylanmış ve ED tedavisinde önemli olarak bildirilmiştir. RRP sonrasında 384 erkekte yapılan bir çalışmada evli olduğu kişi dışındaki birlikteliklerdeki kullanımda yanıt oranı %70, evli olduğu kişi ile birlikteliklerinde %57 cevap alınmıştır. RRP’den sonra klinik olarak hipotansiyonu bulunan hastalardaki cevap oranı  diğer ED etyolojilerine oranla daha düşük bulunmuştur. Üretral yanma, penil ağrı, penil rijiditenin kaybolmasıyla beraber total de %20 hasta tatmini bildirilmiştir.

İntrakorporeal  tedavi (ICT):

ICT ilk kez 1983’de ABD ‘de AUA toplanyısında tanıtıldı. Penil enjeksiyonlar yüksek derecede etkili olmalarına rağmen hastalar tarafından kolayca kabul edilmeyen bir tedavi yaklaşımıdır. Hiçbir erkek hayatının geri kalan bölümünde penisine enjeksiyon yaptırmak istememektedir. Çeşitli çalışmalar göstermiştir ki İCT etkinliği %85 olmasına rağmen %40 hasta tedaviyi bırakmaktadır. İCT’de kullanılan maddeler sağlam kavernöz sinirlere gerek kalmadan penis düz kas ve vasküler elemanlarda gevşemeye neden olmaktadır. Bu nedenle sinir rejenerasyonu veya sildenafile cevap gelişene kadar İCT en efektif doğal ve güvenilir erektil fonksiyon elde etme yöntemidir. Bu hastaların sildenafil işe yarar hale gelmesine rağmen İCT’ye devam etmek istemeleri bu güvenilirliğin bir göstersesidir.
Dennis ve ark daha önceden potent oldukları bilinen 14 hastaya sinir korumadan RRP yaptıktan sonra ortalama dozu: 10 mg papaverin+ 0.3 mg fentolamin içeren 0.4 ml İCT uygulamışlar ve %85 cevap elde etmişlerdir.

Sildenefil:

Sildenafil RRP sonrası ED tedavisinde çok önemli yer tutmuştur. Sildenafille yapılan çalışmalarda alınan cevap %43 olarak belirtilmesine rağmen ilerleyen çalışmalarda bu oranın %15-%80 arasında değiştiği belirtilmiştir. Etki oranındaki bu geniş farklılık preoperatif erektil fonksiyon, sinir koruyucu cerrahi yapılıp yapılmaması ve tedavinin başlama zamanı ile ilişkilidir. Toplamda yanıt oranını düşük olmasının nedeni, RRP sonrası hasar gören veya korunmayan non adrenerjik non kolinerjik sinir uçlarından salınan ve ereksiyonun meydana gelmesinde temel rolü oynayan NO’nun olmaması veya çok az olmasına bağlı olarak guanilat siklazda bir aktivasyon olamayacak ve hücre içi GTP den cGMP dönüşümü azalacaktır. Buna bağlı olarak PDE tip 5 parçalayacağı cGMP olmadığından veya yetersiz olduğundan PDE tip5’i inhibe edecek sildenafilinde etkisi az olacak veya olmayacaktır.

Önemli bir konuda NSRRP sonrası sildenafile ne zaman başlanacağıdır. Hong ve ark. postop 1. yılda sildenafilin etkinliğinin az olacağını ancak sildenafile en iyi yanıtın post operatif 18-24. aylarda alınacağını belirtmişlerdir.
Montorsi ve ark’da gece ereksiyonlarının doku oksijenasyonunu sağladığı ve buna bağlı olarak doku fibrozisinin önlendiği bilgisinden yola çıkarak daha erken sildenefil kullanımı ile gece ereksiyonlarının artırılması ve erektil fonksiyonların geri dönmesinin hızlanacağı sonucuna ulaşmışlardır. Padma ve ark(2003) tarafından sinir koruyuu cerrahi uygulanan hastalara 36 hafta her akşam yatarken sildenefil vermişler ve başarı oranını %24 olarak bulmuşlardır. Bu %4 olan plaseboya göre istatistiksel olarak önemlidir.

Vardenafil:

Bugün için tedavi protokollerinde yer alan bir diğer PDE tip 5 inhibitörüde vardenafildir. Brock ve ark.(2002) tarafından,440 hastayı kapsayan bilateral ve unilateral sinir koruyucu cerrahi uygulanan hastalarda yapılan çalışmada, bilateral sinir korunan hastalarda %71 oranında 20mg, %60 oranında ise 10 mg vardenafil ile cerrahi sonrası erektil disfonksiyonda başarı sağlanmıştır. 10 mg ile 20 mg arasında anlamlı farklılık bulunmuştur. Radikal sistektomi sonrası gece ereksiyonları üzerine etkileri, sinir koruyucu cerrahi sonrası erektil fonksiyonların geri dönme zamanı gibi parametrelerde sildenefil ve vardenafilin karşılaştırıldığı çalışmalara ihtiyaç vardır.

Penil protezler:

Preopretif empotan olan ve sildenafil, vakum ereksiyon aleti ve İCT’ye yanıt vermeyen hastalarda RRP sırasında penil protez implante edilebilir. Bu uygulama cerrahi morbiditede önemli bir artışa neden olmaz. Sinir koruyucu cerrahi uygulanmayan hastalara ameliyat sırasında penil protez inplantasyonu önerilirsede, hastaya vakum ereksiyon tedavisi ve medikal tedavilerin cerrahi sonrası etkinlikleri anlatıldıktan sonra eğer hasta kabul ederse uygulanmalıdır. Sinir koruyucu cerrahi yapılan hastalarda penil protez uygulaması için en az 24 ay beklenmelidir. Çünkü bu süre içinde doğal ereksiyonlar geri dönebilir veya sildenafile cevap alınabilir. RP’den önce penil protez takılan hastalarda proteze dokunmadan RP yapılmalıdır.
Kaynak: Prof. Dr. Önder Yaman – web sitesi
(www.onderyaman.com/)


İçeriği Paylaşın