Hastalarla İletişim Kuramayan Doktorlar


Bizi Takip Et


Esra Kazancıbaşı İle Sağlık

Yaklaşık 10 yıl önce… İleri kalp yetmezliği tanısıyla eşim hastanede yatıyor. Yoğun bakım servisinde kaldığı süre 20 günü buluyor. Diğer günlerde ise hasta odasında kah televizyon seyrederek, kah camdan dışarıya bakarak taburcu olacağı günün gelmesini bekliyor; umutla, özlemle… Dile kolay, hastanede geçen günler tam 2,5 ayı buluyor.

Yapılan tetkikler, uygulanan tedaviler sonrasında kalbine pil takılmasına karar veriliyor. İlk denemede pilin telleri koroner sinüsü aşamıyor. Girişim başarısız. Beş saat süren ikinci girişimde ise, doktorlarımızın gayretiyle ve bitip tükenmeyen sabırlarıyla pil takılıyor. Ama, üç gün sonra pilin tellerinden biri yerinden çıkınca bir başka operasyona daha giriyor eşim.

Kalp yetmezliği tedavisi işte böylesine uzun, böylesine zahmetli… Moralimizi bir gün bile bozmuyoruz geçmek bilmeyen saatlerde, tükenmek bilmeyen hastane günlerinde.

KOCA BİR KIŞI HASTANEDE GEÇİREN EŞİM…

Nerdeyse koca bir kış hastanede geçiriyor eşim. Ocak ortasından Mart sonuna kadar. Günlerdir, haftalardır evinin sıcacık yatağına hasret eşimin durumundaki hastalar için doktorunun, hemşiresinin güler yüzünden başka önemli ne olabilir? Ama gel gör ki, hastanelerdeki genç hekimlerin bazılarının hastalarla ve hasta yakınlarıyla iletişimleri çok kötü. Buna karşın eşimin kendi doktorlarının yaklaşımı ise son derece mükemmel. Odadan içeri girerken güler yüzleriyle “Günayn diyorlar, “Gecesinin nasıl geçtiğini, bir sıkıntısı olup olmadığını” soruyorlar. Tedavi süreciyle ilgili bilgi veriyor, sorularımıza bıkıp usanmadan yanıt veriyorlar. Ama ya mesai saati sonrasında hastalarını teslim ettikleri bazı genç doktorlar, asistanlar? İçlerinde birkaç tanesi var ki hastayla iletişimde gerçekten sıfırlar.

HASTAYA İSMİYLE HİTAP ETMEK

Akşam nöbet tesliminde hasta odasına girerken suratları “mahkeme duvarı gibi”.

Sanki yatakta bir hasta, bir insan yatmıyor. Ne bir merhaba, ne bir geçmiş olsun. Hastayla ya da yakınıyla göz teması kurmadan doğruca o günkü tetkiklerin sonuçlarına ve tedavi listesine yöneliyorlar. Nöbeti devir alacakları diğer genç hekimi dinlerken, gene hastaya hiç bakmadan onunla ilgili sorular soruyorlar.

Oysa, bir hastaya adı ile hitap ederek, “İyi akşamlar” demek çok mu zor? “Bugün nasılsınız Ahmet Bey ya da Oya Hanım? Herhangi bir şikayetiniz var mı?” diye sormak… Gözünün içine bakarak konuşmak… Bir daha evine hiç dönememe, çocuklarını kucağına alamama kaygısı duyan bir hastaya gülümseyebilmek… Bunları yaparken aslında ona güven, umut ve sevgi verebilmek… Bunlar çok mu zor gerçekten?

İletişime kapalı genç hekimler, hastanın ve hasta yakınlarının tedavi süreciyle ilgili sorularından da rahatsız oluyorlar. Bana kalırsa bu tür hekimlik yaklaşımlarının altında tecrübesizlikleri ve kendine güvensizlikleri yatıyor.

HASTAYI SADECE BİR ORGAN OLARAK GÖRMEK

Bazı asistan hekimlerin hastayla ve hasta yakınıyla iletişime hiç girmeyen asık suratlı hocalarını örnek aldığını söylemek mümkün. Onlar da tıpkı hocaları gibi hastaları sadece bir kalp, bir mide, bir beyin olarak görüyorlar. Hastayı bir insan olarak değil de, sadece iyileştirilmesi gereken bir organ olarak değerlendirirken içten, sıcak bir iletişimi ihmal ediyorlar.

Kim ne derse desin, hekim olmak önce insan olmayı, hastanın bedenine bir bütün olarak bakmayı ve bu arada ruhunu da ihmal etmemeyi gerektiriyor.

Tıp fakültelerinde hasta ve hasta yakınlarıyla iletişim konularında ders konulması bir çözüm olabilir mi.

Esra Kazancıbaşı Öztekin

sagligimicin@gmail.com

Not: Bu yazı 11 Eylül 2016 tarihinde Yenibirlik Gazetesinde yayımlandı.


İçeriği Paylaşın