Bir Tabak Makarna Daha Derken Yitirilen Hayatlar…


Bizi Takip Et


Esra Kazancıbaşı İle Sağlık

Doktorlarının verdiği diyet, egzersiz ve ilaç reçetelerine uymayan hastaların pasif intihar girişiminde bulunduklarını düşünüyorum.

Hekimlerinin “Kilo vermelisiniz”, “Diyet yapmalısınız”,  “Sigarayı bırakmanız gerekiyor”, “Karaciğeriniz iyi değil, alkol kullanmayın” gibi uyarılarını ciddiye almayıp bildiğini okuyan pek çok hasta var. Onların bu umursamaz tavırlarının benim için uçurumun kenarında dans etmekten hiçbir farkı yok!

Böyle hastalardan biri olan anneme; diz eklemlerindeki kireçlenme için gittiği ortopedi doktoru yıllardır kilo vermesini söyler ama ne mümkün! Bizim valide hanım tam tersine her geçen yıl kilolarına kilo katar.

Karaciğerinde yağlanma olan anneme kilo vermesi konusundaki bir uyarı da gastroenteroloji uzmanından gelir.

Hipertansiyonunu takip eden kardiyoloji uzmanı… Halk arasında “ şah damarı” diye bilinen “karotis” damarındaki daralma, bacaklarındaki varisler için gittiği kalp damar cerrahisi uzmanı… Diyabetini takip eden endokrinoloji uzmanı… Tüm doktorların anneme ilaçlardan önce verdikleri reçete aynıdır: “Mutlaka kilo vermelisiniz.”

Yediklerine dikkat etmesi gerektiğine, özellikle yağlı yiyeceklerden, tatlılardan, pilav ve makarnadan uzak durmasının önemine her defasında vurgu yaparlar. Tüm bu uyarılar annemin bir kulağından girip diğerinden çıkar. Doktorun yanından ayrıldığı andan itibaren sigara böreği, lahmacun, börek, kek, bisküvi, tatlı; kısacası zararlı olan ne varsa iştahla yemeğe devam eder. Sofrada makarna ya da pilav olmadı mı doymaz. Kepekli ekmek yerine beyaz ekmek seçiminden bir türlü vazgeçmez.

Yanlış ya da kötü beslenmesi nedeniyle kan şekerinde oynamalar olur, sık sık içinin geçtiği ve bayılacak gibi olduğunu söyleyerek kendini yatağa atar. Saatlerce uyur. Sürekli halsizlikten ve yorgunluktan yakınır. Sonra da “Neden bu kadar bitkinim?” diye evhamlanmaz mı?

KENDİNE BAKMAYAN BİR HASTANIN YAKINI OLMAK…

 Annem gibi hastalar bakım ve tedavileriyle ilgilenen yakınlarına da aslında bir tür manevi işkence yapıyorlar. Bir hasta yakını olarak kendi sağlığını bu kadar hiçe saydığı için ona gizli bir öfke duyuyorsunuz. Her sefer aynı senaryo tekrar ettiğinden içinizdeki bir ses yakınmalarını ciddiye almamanızı söylüyor. Sonra da mantığınızın ağır bastığı ikinci sese kulak veriyorsunuz:

Ya bu sefer önemli, ciddi bir problemi varsa! Hemen bir randevu al ve onu doktora götür.”

Sevdikleriniz kendi sağlıklarına karşı bu kadar vurdumduymaz davranırken; onların hastane ve doktor randevularını organize etmenin sorumluluğu bazen ağır geliyor insana! Düşünsenize elinizden gelen her imkânı seferber ediyorsunuz. Doktorlara götürüyorsunuz. Yapılan onca tetkik, reçete edilen  ilaçlar… Önerilen diyetler, egzersizler… Ve hastanenin kapısından çıktığı andan itibaren doktorunun söylediklerini unutan bir hasta…

DOKTORA GİDİYOR AMA HEKİMLERİN DEDİKLERİNİ YAPMIYORLAR!

Yaşamla alay eden bu tip hastaların en büyük ortak özelliği oldukça sık doktora gitmeleri. Buna karşın hastaneye yatmayı ya da cerrahi bir girişim yapılmasını gerektiren bir durum olmadıkça, ne yazık ki sağlık problemlerini ciddiye almıyorlar. Oysa diyabet, hipertansiyon, karaciğer yağlanması gibi sorunlar, kalpten böbreklere ve karaciğere kadar pek çok organda sessizce ve sinsice tahribat yapıyor. Hastalıklarla ilgili yanlış algılar, boşvermişlikler; çoğu kişide diyetle, fazla kiloların verilmesiyle, sigaranın, alkolün bırakılmasıyla gerileyecek bir problemin çok daha gürültülü ve ciddi bir şekilde karşımıza çıkmasına yol açabiliyor.

BİR TÜRLÜ DİYETE, EGZERSİZE BAŞLAYAMAYANLAR…

Kalori deposu yiyecekleri yiyen anneme “Diyete ne zaman başlayacaksın?” diye sorarım. Yanıt klasik “Canım çekti kızım, ne yapayım? Şunun şurasında 40 yılda bir, dört tane sigara böreği yedim sadece…

Tabii bu kaçamaklar bir kereye kalsa iyi! Annemin her gün başka yiyecek ağzını sulandırır. Her gün başka bir zararlı gıdayı canı çeker. Bir gün pide ister, diğer gün aşure. Yani anlayacağınız, sürekli yemesi yüzünden diyete başlayacağı gün gelmek bilmez. Haliyle kilolar da gitmek bilmez.

Annem gibi hastaların önüne iki seçenek var: yiyerek hastalanmak ya da yediklerine dikkat ederek, iradesine hâkim olarak sağlıklı kalmak… Ve en önemlisi yaşamak…

  • Bir porsiyon kebap mı? Yoksa ilkbaharda açan kıpkırmızı gelincikleri görebilmek mi?
  • Bir porsiyon sigara böreği mi? Yoksa, erguvanların nisan ayında eflatun rengine boyandığı Boğaz’ın tepelerini hayranlıkla seyredebilmek mi?
  • Bir dilim çikolata mı? Yoksa, sonbaharda dünyaya gelecek torununuzu kucağınıza alabilmek mi?
  • Ara öğünlerden tıkanırcasına bisküviler, kekler, börekler yemek mi? Yoksa kızınızın mezuniyet törenini izleyebilmek mi?
  • Kahveyle birlikte sigara ritüeli mi? Yoksa, hep yarınlara ertelediğiniz Paris gezisinde bir kafede oturup sağlıkla kahvenizi yudumlayabilmek mi?

İştahınızın arsız ve şımarık sesine kulak vermenin sonu yok! Sevgiye aç ruhunuz; stresin yorgun düşürdüğü bedeniniz; her şeyin en iyisini, en ihtişamlısını isteyen egonuz iştahınızı kışkırtacaktır. Sonu gelemeyen diyet kaçamaklarının ardında işte bu tetikleyiciler saklıdır.

Bir kâse dondurma, bir porsiyon kebap daha derken sağlığını kaybeden, yaşamanı yitiren insanların hazin öyküleri ile doludur tıbbın hafızası.

Tercih sizin! Ya bir tabak makarna ya da sağlık!

Tıkanırcasına yerken her geçen gün sessizce ölüme sürüklenmek mi yoksa sağlıkla yaşlanmak mı?

Esra Kazancıbaşı Öztekin

Not: Bu yazı 30 Nisan 2016 tarihinde Yenibirlik Gazetesinde yayımlandı.


İçeriği Paylaşın