Suskun Ruhlarımız, Hasta Bedenlerimiz…


Bizi Takip Et


Tartışmak iyidir aslında. Ofiste, evde ya da arkadaşlarınızla gittiğiniz bir yemekte… Kısacası insanların bir arada olduğu her yerde. Ama hep medeni sınırlarda. Birbirini hedef almadan. Saygı sınırlarını aşmadan. Kırıp dökmeden.

Aklından geçenleri paylaşmak insanı rahatlatır. Farklı fikirlerin çarpışması, bazen başkalarının duygularını anlayabilmemizi sağlar. Tartışmalardan çoğu kişinin korktuğu gibi sadece ayrılıklar doğamaz, insanların sandıkları kadar birbirlerine uzak olmadıkları da görülebilir.

Söylemek istediklerimizi her zaman dile getiremeyiz. Ağzımıza  kilit vurmamızı gerektiren durumlar, dönemler olabilir. Karşımızdaki kalp krizi geçirdiği ya da kanser tedavisi görmekte olduğu için susarız. Yaşlı der susarız.“Yöneticim” der susarız. Eşimizden ayrıldığımız için suçluluk hisseder, çocuğumuza karşı hep susarız. Babasını kaybeden arkadaşımıza “Aman bu hassas dönemde bir şey söylemeyim” diyerek kendimizi frenleriz. Eşi işsiz kalan arkadaşımızın, oğlu üniversite sınavlarını kazanamayan komşumuzun ruh haline empati kurar, susarız. Karşımızdakinin kendisini kötü hissetmesine yol açacak bir söz ya da davranışta bulunmamak, onu sinirlendirmemek veya kırmamak adına susarız. Ve hep içimize atarız.

DİLE GETİRİLEMEYEN DUYGULAR İÇİMİZDE DEVLEŞİR!

Oysa, dile getirilemeyen duygular; kırgınlıklar, sitemler içimizde devleşir. Hep alttan alanın, hep idare edinin, karşılık beklemeksizin hep verenin kendimiz olduğunu düşünmek gerginleştirir insanı. O kişiye karşı tahammülsüzleştirir. Peki, ya kendi ruhumuzda, bedenimizde olanlara ne demeli? Nefesimiz ve kalbimiz hızlanır. Vücudumuzun tüm kasları gerilir; buna bağlı olarak baş ağrısı gibi sorunlar yaşarız. Stres, endişe, öfke gibi duygular hormon dengemizi altüst eder. Negatif duygu ve düşüncelerin karanlık gölgesi hücrelerimizi esir alır. Başkalarının iyiliğini, sağlığını düşünürken, kendi sağlımızdan oluruz aslında.

KARŞISINDA SUSTUĞUMUZ İNSANIN OYUNCAĞI OLURUZ

Beynimize demir atan soruları, karşımızdakinin söylediklerine tam tamına zıt olan fikirlerimizi içimize atarken, suskunluğumuzun erdemden değil, korkaklıktan geldiğini düşünülür. Sustuğumuz insanın oyuncağı oluruz. Geri adım attıkça, o daha çok üzerimize gelir. Sonunda sırtımız duvara yaslandığında, kaçacak yer kalmadığını görürüz. İkili ilişkilerde de böyle bir güç dengesi vardır işte. Anne ve babaların çocuklarıyla ilişkisi de bu denklem üzerine kuruludur. Sevgiliyken de, evliyken de ilişkilerin aritmetiği böyledir. Eşitler üzerine kurulu olmayan, hep bir tarafın omuzlarına yük binen ilişkiler yürümez.

İçindekileri söylemek insanı rahatlatır. Katılmadığınız, onaylamadığınız konuları karşınızdakiyle paylaşmak ruhumuzu özgürleştirir. Balon gibi şişen ruhlarımızın havası dile geldiğimizde inmeye başlar. Bu yüzden başkalarının negatif enerjilerini sünger gibi çekmeyin. Konuşun, söyleyin, tartışın rahatlayın! Karşınızdaki bunu kavgaya dönüştüren bir kişiliğe sahipse, konu büyümeden o mekanı terk edin. Unutmayın tartışmaktan bahsediyoruz, kavga etmekten değil!

Esra Kazancıbaşı Öztekin

sagligimicin@gmail.com

Not: Bu yazı 25 Kasım 2017 tarihinde Yenibirlik Gazetesinde yayımlandı.


İçeriği Paylaşın