Gurme Kocalar Mutfağa Girince…


Bizi Takip Et


Çoğu arkadaşıma göre şanslı bir kadınım. Çünkü çoğu erkeğin tersine mutfakta vakit geçirmekten, yemek yapmaktan hoşlanan bir eşim var. Yabancı kanallardaki yemek programlarını saatlerce seyreder eşim. Gurmedir. Gittiği bir restoranda tattığı yemeğin çok daha lezzetlisini yapar. Sebzelerin kullanılacakları yemeğe göre doğranma biçimlerine, salataların nasıl kesildiğinde besin değerlerinin yok olmayacağına kadar bir sürü bilgiye hakimdir.

SADECE TİYATRODA DEĞİL, MUTFAK SANATINDA DA USTA BİR  KOCA!

Yemek profesörü olarak pişirme teknikleri konusunda anlattığı bu bilgiler Japonca gibi bir etki yaratır bende. Yemeklerin nasıl yapıldığına değil de, sadece onları afiyetle tatmaya meraklı biri olarak; bu ağır mutfak literatürü; yemek yapma konusunda kendimi iyice yetersiz hissetmeme neden olur. “İstediği gibi yapamayacağım. Nasılsa beğenmeyecek” duygusuyla evdeki mönünün hazırlanmasını tamamen ona bırakırım. Zaten eşimin istediği de budur. Onun için mutfağa girmek, yemek pişirmek bir tür terapidir. Ya ben? Önemli bir sorumluluğu üzerimden atmış olmanın hafifliğini duyarım. İşte çoğu kadın arkadaşımın bana imrenmesinin nedeni de budur; sadece tiyatroda, sinemada değil, mutfak sanatında da usta bir koca!

Bunlar işin elbette olumlu, güzel yanları. Harika yemekler yapan, öğlen, akşam mönülerinin sorumluluğunu omuzlarınızdan alan bir eş! Durun, hemen “Keşke benim kocam da böyle olsa!” demeyin. Bir de madalyonun öteki yüzü var.

HASTANEDE BİLE YEMEK SEÇTİ!

Ona yemek beğendirmek çok zordur. Mutlaka bir kusur bulur. Suyu çoktur, sarımsağı ya da soğanı azdır. Davetli olduğumuz bir yerde benim iştahla “Ne güzel” diyerek içtiğim bir çorba, onun için adeta bulaşık suyu gibidir. O nedenle eşime yemek yapmak sıfırcı bir hocanın sınavından geçmek gibidir. Böylesine yemek sanatında usta bir adamın hastalandığı zamanları bir düşünsenize! Hastane yemeklerini beğenmeyip, doktorları ve sizi çileden çıkardığını da!

Kalp yetmezliğinin tedavisi için yaklaşık 2,5 ay kaldığı hastanede kaldığı dönemde, gurme eşim gene yemek seçmeye devam etti. Kalp yetersizliği nedeniyle vücudunda aşırı ödem oluşmuştu. Her gün “ultrafiltrasyon” denilen özel bir yöntemle vücudundan su çekiliyordu. Tedavisi tamamlandığında 20 günde vücuttan çekilen su miktarı 22 kiloyu bulmuştu. Doktorlar “hiponatremi” denilen sodyum düşüklüğüne bir türlü çözüm bulamıyorlardı. O dönemde üç, beş adım atacak hali daha yoktu. Gerçi hastalığından dolayı iştahı da, ağzının tadı da yoktu ama işte bu tablodayken bile gelen hastane yemeklerini geri çeviriyordu. Tedavisini üstlenen ekip ona yemek yedirebilmek için seferber olmuştu. Çareyi, yemek servisinin bittiği zamanlarda eşim için hastanenin lokantasında özel omlet, menemen yaptırmakta buldular.

Aynı seferberlik ailemizde, dostlarımızda da vardı. En çok istediği şey de köfte idi. Ama onun için yapılan çoğu köfteyi de beğenmedi eşim. Lokmalar ağzında büyüdü, büyüdü. Tadından hoşlanmadığı köfteyi sağlık için dahi yemesini sağlamak

imkansızdı. Neyse, zorlu hastane günleri geride kaldı; eşim evine ve çok sevdiği mutfağına kavuştu. Yaptığı birbirinden güzel yemekleri iştahla yemeye başladı. Tabii ben de!

Yaptığı yemekler çoğunlukla kalorisi az ve sağlıklıdır. “Acaba Rasim Öztekin nasıl sağlıklı yemekler yapıyor?” diye merak ediyorsanız, yarını bekleyin! Yarın mutfak sanatında da usta Rasim Öztekin’den sağlıklı yemek tarifleri bu köşede olacak!

Esra Kazancıbaşı Öztekin

sagligimicin@gmail.com

Not: Bu yazı 2 Eylül  2017 tarihinde Yenibirlik Gazetesinde yayımlandı.


İçeriği Paylaşın