Kalp Hastalıklarının Belirtileri Nelerdir?

Kalp Hastalıklarının Belirtileri Nelerdir?

Kalp Hastalıklarının Belirtileri Nelerdir?

Bizi Takip Et


Kalp ve damar hastalıkları, ülkemizde hala en sık rastlanan ve en fazla ölüme neden olan hastalıkların başında geliyor. Peki bu hastalıklardan nasıl korunuruz? Kalbimizde bir sorun varsa bize nasıl sinyaller gelir? Sindirim sistemiyle ilgili yakınmalar ile nasıl ayırt ederiz? Hafif şikayetlerle gelen bir hastada kalp krizini atlamamak için neler yapılabilir? Kadınlarda ve erkeklerde kalp hastalıklarının belirtileri farklı mıdır? Uykusuzluk, stres, üzüntü, acı çekmek, yaşam düzensizlikleri kalbimizi nasıl etkiliyor? Müzikle terapi ve yogayla tedavi nedir, nasıl yapılır, uygulama sonuçlarına yönelik bilgiler nelerdir?

Memorial Şişli Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez merak edilen soruları Sağlığım İçin Herşey’e yanıtladı.

. Kalp rahatsızlıklarıyla ilgili konulara gelmeden önce, sağlıklı kişiler, kalple ilgili sorunu olmayanlar kalp muayenesi olmalı mı, kimler risk altındadır?
“Öncelikle bize hasta olmadan gelsinler. Hasta olduktan sonra nasılsa gelecekler. Risk grubu olan hastalar yani ailesinde diyabet olan, erken kalp hastalığı, erken ölüm olan insanlar; obez, sigara içenler risk grubundadır. Bu saydıklarım yoksa, riskli olmayan grup olarak adlandırıyoruz. Risk grubunda ki hastalar 30 yaşından itibaren; risk grubu olmayan hastalar 40 yaşından itibaren yılda bir kez kalp check-up’ı yaptırmalılar. ‘Gencim, sağlıklıyım, herkese gelebilir ama bana gelmez’ demesinler. Artık bugün her devlet hastanesinde kalp check-up programları var. Basit bir EKG çekilecek, bir tansiyon ölçülecek, bir akciğer filmi çekilecek, bir EFOR testi yapılacak. Bu insanların yarım gününü alır ama hayat kurtarıcı olur.”

“KRİZ GEÇİRMEDEN YAPILAN KALP TEDAVİSİ EN İYİ SONUCU VERİR”

. Kalp damar hastalıkları yaygın olsa da maalesef belirtileri pek bilinmiyor. Belirtiler başka rahatsızlıkların yakınmalarıyla karıştırılabiliyor. Kalbimizde bir sorun varsa bize ne gibi sinyaller verir, nelere dikkat etmeliyiz?
“Her kalp hastası tedavi edilebilir ama her hastada aynı sonuç alınmaz. Kimden iyi sonuç alınır? Kalp krizi geçirmemiş hastalardan. Kalp adalesi sağlamdır yıpranmamıştır. Onlardan çok iyi sonuç alacağımız için hep onu arzu ediyoruz. Bu insanlar kalp krizi geçirmeden bize gelsinler.

Kalp bir sorun olduğunda bizlere alarm verir, sinyal verir. Buna duyarsız davranmamak gerekir. Hasta geliyor, kalp krizi geçirmiş. ‘Şikayetin var mı’ diye sorduğumuzda, “yok” diyor. Zannediyor ki o anda bir şikayeti olup-olmadığını soruyorum. Biraz detay sorunca anlaşılıyor.  Mesela; yol yürürken göğsüne ağrı girmiş, merdiven çıkarken hemen yorulmuş, yapmak istediği işleri yaparken performansı yetmemiş. Bunları hafife alıyor. Üç defa göğsüne ağrı gelmiş, dördüncüyü beklemiş. Oysa birinci sefer bile onun için çok önemli. Medyada bu konu çok anlatılmasına, yazılmasına rağmen yeterince bilinç hala oluşmadı. Ağrılar ‘herhalde midemden geldi’ diye ihmal ediliyor.

Bir de sessiz kalp hastaları var ki en büyük sorun. Çoğunlukla genç hastalar oluyorlar. İlk göğüs ağrısı, ilk kalp krizi ölümle sonuçlanabiliyor. İşte asıl kurtarmak istediğimiz hastalar onlar. Genel olarak söyleyecek olursak; normalde göğsünde, omzunda, boynunda olmayan bir his, baskı, daralma, irrite eden bir his bile kalp belirtisi olabilir. Ağrı en klasiği ve en şanslı olanı. Çünkü uyarıdır ciddiye alır ve doktora gider erken teşhis konulur. ”

“KALP HASTALIKLARININ BELİRTİLERİ SİNDİRİM SİSTEMİ RAHATSIZLIĞIYLA KARIŞTIRILABİLİR”

. Peki bazen kalp krizi, sindirim sistemiyle ilgili yakınmaları andırır bir şekilde belirti veriyor mu?
“Reflü şikayetleriyle benzerlik vardır. Hatta şanssızlık, dilaltı ilacı verdiğiniz zaman reflüyü de iyileştirebiliyor ve kalp hastalığı iyileşti zannedilebiliyor. Tam tersi de olabilir. Gerçekten kalp krizi geçiriyordur, reflü zannedebilir. Bu normal şartlarda çok önemli değil ama acil durumlarda, kalp ağrısı ile mide rahatsızlığı karıştırılması felakete yol açabilir. Özellikle çok yoğun polikliniklerde, iyi tanı imkanı olmadığı zaman, çok genç arkadaşların görevleri sırasında gerçekten üzücü şeyler yaşayabiliriz. ‘Midenizde şu problem var, şu iğneyi yapalım’ deyip evine gidip yaşamını yitiren insanlara maalesef rastlayabiliyoruz.”

. Deneyimli bir hekim olarak, genç hekimlere yönelik tavsiyeleriniz ne olur? Mideyle ilgili hafif bir şikayetle bir hasta başvurdu. Sözünü ettiğiniz riskleri de ortadan kaldırmak için nasıl bir yaklaşım sergilenmeli? Ne tür tetkikler istenmeli?
“Birinci yaklaşım şu olmalı; genç arkadaşlara da hep şunu söylüyorum. En kötüsünden başlayın. Orada olabilecek en kötüsü kalp krizi. Hastanın genç olması, şikayetinin fazla olmaması önemli değil. Önce bir EKO çekelim. Arkasından troponin enzimine bakalım. Elbette bunların hepsi iyi imkanlar varsa uygulanabilecektir. Bazı poliklinikler var ki elektro bile çekilemeyebilir veya bakarsın troponinin 4 saat sonra sonucu çıkar. Bakanlık hastanelerinde de çok iyi imkanlar var. Gelen bir hastaya hemen elektro çekilebiliyor, yarım saat içerisinde troponin bakılabiliyor. Bugün artık bunlar çok atlanmıyor. Çok komplike olacak, çok kendini kamufle etmiş bir kalp hastalığı olacak ki atlansın. Normalde genç arkadaşlar da çok iyi eğitim alıyorlar, teknolojiden çok iyi yararlanıyorlar. Dolayısıyla ben artık kolay kolay atlanmayacağına inanıyorum, gençlere çok güveniyorum.”

Prof. Dr. Bingür Sönmez

“MENOPOZ, KADINLARDA KALP DAMAR HASTALIKLARI AÇISINDAN ÖNEMLİ”

. Kadınlarda kalp krizinin belirtileri erkeklere göre farklıdır. Bu neden kaynaklanıyor? Farklılık nereden oluşuyor? Kadınlar kalp krizini erkeklere kıyasla hangi belirtilerle yaşıyorlar?
“Kadınların ağrıya tahammülü daha fazla. O yüzden gelen ağrıyı savsaklayabiliyorlar ve kadınlar kalp krizi geçirdiği zaman erkeklere göre daha komplike oluyor, daha aritmi oluşuyor. Şöyle bir durum var, kadınların kalp damarları erkeklerden daha ince. Hele menopoz sonrası durum farklı. Gençlik döneminde östrojenlerinin verdiği mükafatla damarlar çok güzel. Östrojen damarların içini cilalıyor ve damar hastalanmıyor. Menopozdan sonra, özellikle erken menopozdan sonra damar bozuluyor ve bu sefer erkeklerden daha kötü bir tablo ortaya çıkıyor. Onun için kadınlarımıza hep menopozunu geciktirin diyoruz. Diyoruz ama kadınlara da dönüp bakalım, erkekler gibi erken hayata atılıyorlar, erkeklerden çok sigara içiyorlar, geç evleniyorlar, çocuk doğurmuyorlar, emzirmiyorlar. Dolayısıyla tabiatın onlara verdiği kadınlık fonksiyonlarını en az kullanıyorlar, tabiatta onları bağışlamıyor östrojenini geri alıyor.”

“YAŞAMIN İNİŞ ÇIKIŞLARI, UYKU VE STRES KALP İÇİN ÖNEMLİ”

. Siz uzmanlar hep söylüyorsunuz, fazla kilodan uzak durun, sigara içmeyin, hareket edin. Biraz daha geniş bakarsak, örneğin; uyku ya da uykusuzluk, düzenli uyuyamamak kalbimizi nasıl etkiliyor? Bu da kalp sağlığımızı bozan bir etken midir?
“Evet, olumsuz etki eder ve bu en ihmal edilen konudur. Ben ofisime muayeneye gelen hastalara önce şunu soruyorum: Horlamanız var mı? Şaşırıyorlar ne ilgisi var diye. Eşine soruyorum, uykudayken solunum durması oluyor mu? Sabahleyin dövülmüş gibi uyanan insanlar var. 10 saat uyuyor, sabahleyin uykusuz kalkıyor. Gün içerisinde uyukluyor, her yemekten sonra toplantılarda uyuklayan insanlar var. Sinemaya gidiyorlar, uyuklayıp kalıyorlar. Bunlar gece uyuyamayan insanlar. Horlayan ve uyku apnesi dediğimiz uyku sırasında solunumu duran insanlar. Bunlar sabahleyin tansiyonla kalkıyorlar. Uyumamış gibi uykuya doymamış gibi kalkıyorlar ve vücutlarında ciddi adrenalinleri oluyor.

Bu insanlarda obezite, diyabet problemi, yüksek tansiyon, ritim bozukluğu riski yüksek oluyor.

Bakın işte horlama ile alakası var: Horlama eşittir yüksek tansiyon, eşittir obezite, eşittir diyabet. İnsanların bütün nörolojik sistemleri perişan oluyor. Uyku laboratuvarları devlet hastanelerinde bile var artık. Nörolog arkadaşlarımız bu iş ile ilgileniyorlar. Sizi bir gece alıkoyuyorlar, özel elektrotlar bağlıyorlar. Horlama sırasında horlamanın derinliği ne kadar, solunum durmasının süresi ne kadar; bu sırada tansiyonunuz ne kadar yükseliyor, beyninize ne kadar oksijen gidiyor, nasıl bir aritmi oluyor bunları tespit ediyorlar ve basit bir cihaz veriyorlar size. Bu cihazı burnunuza takıyorsunuz oda havasını size kompresör şeklinde veriyor. Bunu kullanan hastalar, ‘sabah billur gibi uyanıyorum’ demeye başlıyorlar. Bütün kalp hastalarının ciddi şekilde uykularının kontrol edilmesi lazım. Ben bütün kardiyolog arkadaşlarıma tembih ediyorum. Horluyor musun? Eşine, “eşinizin solunum durması var mı” gibi sorular sorulmalı, mutlaka bir uyku merkezine yönlendirilmeli.”

“ENDORFİN VE ADRENALİN DENGESİ İYİ OLMALI”

. Bir diğer unsur, stres ve üzüntü, acı çekme vb. duygusal dünyamızdaki inişler çıkışlar. Bunlar peki kalbimizi nasıl etkiliyor?
“Vitaminleri, mineralleri, kolesterolü, proteini dışarıdan alırız ama ihtiyaçlarımızdan bazılarını vücudumuzda üretiyoruz. Adrenalin, endorfin bizi ayakta tutan, vücudumuzda ürettiğimiz iki hormon. Stres anında, heyecan anında mesela araba kullanırken, bir arabayı sollarken veya ben sizinle konuşurken adrenalin salgılıyoruz. Adrenalin salgılamasam sizinle konuşamam, bunu başarmamı sağlayan adrenalindir. Adrenalinsiz hayat yok ama elbette her şeyin bir dozu var. Bungee jumping yapanlar, hızlı araba kullananlar, merdivenleri üçer üçer çıkanlar, hızlı konuşanlar, kavgacı tipler adrenalin yüklü. Fazla adrenalin eşittir negatif elektrik demektir. Adrenalin ne yapıyor? Nabzı hızlandırıyor, tansiyonu yükseltiyor, çarpıntı yapıyor, damarları büzüyor. Özellikle koroner damarlarımızı büzüyor.

Endorfin de vücudumuzda üretilen bir hormon. İyi bir müzik dinleyince, güzel bir sohbet yapınca, güzel bir kitap okuyunca, yoga yapınca, spor yapınca, iyi bir film seyredince endorfinimiz yükseliyor. Bakın her akşam yürüyen insanlar iki gün yürümesinler rahatsızlık hissederler, endorfin eksikliğine girerler. Tekrar yürüdükleri zaman çok mutlu olurlar. Vücudumuzda her ikisi de alışkanlık yapıyor, her ikisinin de eksikliğini duyuyorsunuz ama adrenaline ihtiyaç duyduğunuz zaman çok kötü, endorfine duyunca iyi hormonumuz. Bu ikisini dengede tutuğumuz takdirde kalp sağlığımız yerinde olacaktır. Endorfinimiz ne kadar yüksek, adrenalinimiz ne kadar alçaksa o kadar sağlıklı olacağız demektir.”

“MÜZİK VE YOGA KALP HASTALIĞI TEDAVİSİNDE İLACIN YAPTIĞINA BENZER ŞEYLER YAPIYOR”

. Hormon demişken, siz kalp ameliyatı geçiren tüm hastalara, ayrıca yoğun bakım servisindekilere müzikle terapi uyguluyorsunuz, hastane bünyesinde yoga çalışmaları yapıyorsunuz. Biraz bize bu programlar konusunda bilgi verir misiniz?
“Ben tamamlayıcı tıbba çok saygı gösteren bir hekimim. Ekibimin içinde iki kahramanım var. Birisi sevgili Doktor Neslihan İskit, yoga master; bir de sevgili Dr. Erol Can, kendisi neyzen. Kendisi neyzen ama ben ‘şifazenim’ diyor. Gerçekten de öyle. Yoga 5 bin yıldır, müzikle tedavi 2 bin yıldır var. 950-1000 yıllarında Farabi’den beri var. Biz yeni bir şey keşfetmedik aslında. Yoga, biraz akrobatik hareketler içeriyor ama Dr. Neslihan İskit, ABD’de kalp yogası kursları aldı. Daha basit hareketlerle başlıyoruz, bir saatlik bir programı salı ve cuma ücretsiz, sosyal sorumluluk projesi olarak yapıyoruz. Dışarıdan gelen hastalarımıza da açıyoruz. O ısınma hareketlerinden sonra bir derin gevşeme, öfke kontrolü, adrenalinlerini baskılayacak, endorfinlerini yükseltecek yöntemler öğretiyoruz. İnsanların davranışları değişiyor. Kavgacı olmaktan vazgeçiyorlar. Daha iyi uyuyorlar, ilaçları azalıyor, tansiyon ilaçları daha da azalıyor, şekerleri daha düzene giriyor. Bu yoga grubumuz.

Bir de Dr. Erol Can, her hastaya solunum aletinden ayrıldıktan, hasta kendine geldikten sonra yanına oturuyor 2- 3 dakika görüşme yapıyor. Bu hastalar önemsendiğini fark ediyor. Doktorun onunla konuşması, entelektüel seviyesi, müzik kültürü ve geldiği yöreye göre konuşma yapıyor. Sonra ajitasyonda mı depresyonda mı? Ağrısı mı var ona göre uygun makam seçerek ney ile özel bir makam üflüyor. Bazen hastalar o kadar kilitleniyorlar ki, hiçbir makam çözmüyor. Ona soruyor nerelisin sen? Karadenizliyim diyor veya Ege yöresindenim diyor. Ege yöresindenim diyene bir efe müziği çalıyor ve hasta kendine geliyor, ne ağrısı kalıyor, ne çarpıntısı kalıyor. Hiçbir şeyden şikayet etmiyor. Karadenizli bir hastaya Karadeniz müziği çalıyor, bakıyorsunuz ki hastanın yüzü gülüyor. Özellikle sufi müzik çalarken o ağrı içinde olan, şikayet içinde olan insan, yavaş yavaş yüzünün gerginliği çözülüyor, uykuya geçiyor. Dolayısıyla monitörde bakıyoruz ki tansiyonu düşüyor, nabzı yavaşlıyor, kan akış değeri artıyor. Gerçekten bilimsel bir çalışmamız var. Bilimsel olarak da müzik terapiler ile yoğun bakımda çok iyi sonuçlarımız var.

Biz İlaçla ne yapıyoruz? Hastanın nabzını yavaşlatıyoruz, tansiyonunu düşürüyoruz, ağrısını geçirebiliyoruz. Müzik ile insanları rahatlatıyoruz, bunları yapabiliyoruz. Bundan daha büyük nimet ne olsun.”


İçeriği Paylaşın