“Sağlık Yöneticiliği, Orkestra Şefliğine Benzer”

“Sağlık Yöneticiliği, Orkestra Şefliğine Benzer”

“Sağlık Yöneticiliği, Orkestra Şefliğine Benzer”

Bizi Takip Et


Bozlu Holding Sağlık İşletmeleri ve Pazarlama Koordinatörü Meri İstiroti Bahar, “Son Söz Doktorların” isminde bir kitap yazdı. Kitabında, buz dağının görünmeyen yüzüne yani doktorların meslekleri adına aldıkları risklere, yaşadıkları trajikomik olaylara ayna tuttu.

Sağlık kuruluşlarını, “farklı disiplinlerin bir çatı altında çalıştığı kurumlar” olarak tanımlayan Meri İstiroti Bahar, hastane yöneticiliğini orkestra şefliğine benzetiyor.

İstiroti’ye; yazdığı kitabı, hastane yönetimi, sağlık iletişimi, Türkiye’nin sağlık sistemi, hasta ve hasta yakınlarının beklentileri ve sağlık turizmi konularında çok geniş bir yelpazede sorular yönelttik.

İşte yanıtları:

. 21 yıldır sağlık sektöründe yöneticilik yapıyorsunuz. Yıllardır edindiğiniz tecrübeleri “Son söz doktorların” isimli bir kitapta topladınız. Böyle bir kitap yazma fikri nasıl doğdu?
“Kitap aslında uykuya yatmış bir arzuydu. Yıllar geçtikçe insanların doktorlara bakış açılarını, doktorların da sahada yaşadığı gerçeklerin farklı olduğunu görmeye başladım. O yüzden de ilk bulduğum fırsatta anıları derleyerek böyle bir yayın ortaya çıkardım.

Hekimler, mesleğe girdikleri günden itibaren çok çeşitli tecrübeler yaşıyorlar. Hastalarla, hasta yakınlarıyla, meslektaşlarıyla bazen trajikomik şeyler yaşayabiliyorlar. Bunları resmetmek için bir araç olabileceğimi düşündüm.

Sağlığın dışındaki insanlar, doktorlara baktıkları zaman çok iyi bir meslek olarak görüyorlar. Başarılı olanların iyi bir hayat standartları oluyor ama her an aldıkları riskli kararlar, aileler ve hastalarla yaşadıkları sorunlar dışarıda görülenden çok daha farklı. Ben de bunu aktarmak istedim.”

“HASTANECİLİK TİYATRO SAHNESİ GİBİ”

. Kitabın tanıtımında, “hekimlerin hayatına yön veren arka mutfağın kapılarını açmak” üzerine derlendiği söyleniyor. Mutfağın arka kapılarını açmak ne demek?
 “Hastanede yaşanılanların ayrıntılarını anlatmak anlamına geliyor. Mesela biz lokantaya gittiğimizde mutfakta yaşananlardan habersizce yemeğin önümüze gelmesini bekleriz; en küçük bir aksaklıkta, gecikmede şikayetçi oluruz. Oysa mutfakta kim bilir neler yaşanmıştır o yemek masaya gelene kadar; belki yemek dökülmüş yeniden hazırlanmıştır…

Ya da yemeği çok beğeniriz, lezzetinden memnun kalırız ama o kadar. O yemek hazırlanırken mutfaktaki enerjiyi, koşuşturmayı bilemeyiz, görmeyiz hatta düşünmeyiz bile.

Ben de bu kitapta işin mutfağını yani hastanın hastanenin içinde görmediği alanlarda neler olduğunu anlattım. Ameliyathanede, hasta katlarının sterilizasyonunda, laboratuvarda bir sürü olay yaşanır. Hasta bunun bir kısmını fark eder bir kısmını fark etmez. Özellikle hastaya iyi hizmet verilmesiyle ilgili olarak, arka planda yapılan çok şey vardır. Doğru cihazların alınması, doğru ekipmanların kurulması, bunların kalibrasyonları… O kadar ayrıntıları olan bir dünya ki sağlık ve özellikle de hastane işletmeciliği…

Ben hastaneciliği bir tiyatro sahnesi gibi görüyorum.  Eğer idareciler olarak dekoru iyi yaparsanız, biletleri iyi satarsanız, salonu doldurursanız hekim de sanatını sahneye çıkarak en iyi şekilde icra eder. Hastane yöneticileri işlerini eksik yaparlarsa hekim, hekimlik dışındaki işlerle de uğraşmak zorunda kalacağı için ortaya bazı sorunlar çıkacaktır.”

. Bir hastanenin yönetimi nasıl olmalıdır, hastane yöneticiliği nasıl bir iştir?
“Bir orkestra şefliği… Çünkü farklı disiplinlerin bir çatı altında çalıştığı bir kurum sağlık kuruluşu. Öğretim üyelerinden tutun da hemşirelerden, teknisyenlerden, hasta kabulden, güvenlikten, aşçısından, bilgi sistemleri uzmanı, teknik servis elemanına kadar çok farklı disiplinler tek çatı altında bir uyum içinde aynı melodiyle dans etmek zorunda.

Bunun için hem yazılı kuralların hem kurum kültürünün oluşmuş olması lazım. Hastaya algılatmak istediğimiz ortamı yaratmamız gerekiyor ve hata kabul etmeyen bir sektör bu. ‘Pardon, bir daha yapalım’ diyemeyeceğiniz anlar var. Ve böylece iş işten geçmiş oluyor. Dolayısıyla hata kabul etmeyen bir sektörde ve bu kadar rekabetçi bir ortamda, ‘farklı disiplinleri bir arada yönetme sanatı’ olarak düşünebilirsiniz.”

“TÜRKİYE YİRMİ YILDA İLETİŞİM ANLAMINDA ÇOK YOL KAT ETTİ”

. Türkiye “sağlık iletişimi” kavramının neresinde?
 “Sağlık iletişiminde 20 yılda çok yol kat edildi. Bu sektör, reklam yapılan bir sektör değil ve bu reklam yasağına rağmen yaratıcılığını sonuna kadar kullanarak; hastaneye yapılan yatırımı, yeni açılan kliniği, hekimlerle ilgili bilgileri en iyi şekilde kamuoyuna anlatmaya çalışıyor.

Sağlık iletişimi aracıları olan sağlık muhabirleri, sağlık kuruluşlarından gelen bilgilerin doğruluğunu her zaman kontrol edemiyorlar. Gelen bilgiyi doğru olarak kabul edip aynen yayınlıyorlar bazen. Gelen bilgide sağlık kuruluşuyla ilgili bir teknoloji bir olay yeni bir olaymış gibi aktarılıyor oysa çok eski bir teknolojiden söz ediliyor olabiliyor.
O yüzden de bizim en önemli aracılarımız olan basında çalışan arkadaşlarımıza bu verileri doğru sunmak sorumluluğumuz olduğu kadar, gazetecilerin de bu verilerin doğruluğunu kontrol etmelerinde fayda var.

Son yıllarda özellikle televizyon kanallarında sağlıkla ilgili programların sayısı arttı ama bunlar genelde tekdüze, tamamen hekimlerle soru cevap şeklinde işleniyor. Sağlık programlarının giderek daha yaratıcı bir şekil alacağına, inanıyorum.”

. Ülkemizdeki tüm hastaneleri değerlendirecek olursak, (devlet, üniversite, eğitim ve araştırma hastanesi vs…) sağlık iletişimi, olması gerektiği gibi homojen olarak dağılmış mıdır?
 “Sağlık iletişiminin itici gücü, A tipi dediğimiz özel hastaneler oldu son yıllarda. Kamuda yapılan iyi çalışmalarla ilgili haberler de çıkıyor ama eminim ki olması gerektiği kadar değildir çünkü sağlık hizmetlerinin yüzde 90’ının kamu kuruluşları, yüzde 10’unun özel sektör tarafında üretildiğini düşünürsek, basılan haberlerin yüzde 90’ı kamu haberi değil. Demek ki, halk sağlığıyla ilgili yapılması gereken çalışmalara, daha çok emek verilmesi gerekiyor.

Doğu’yu çok analiz edemiyorum, Doğu’daki vatandaşın bu bilgilere ne kadar erişebildiğini, yerel basında ne kadar yer aldığını gözlemleyecek kadar tecrübem yok.

Homojen dağılım var mı? Çoğu sağlık kuruluşu verdiği reklam kadar haber alabiliyor. Gazetede haber almak için çok iyi projelerin olması gerek ya da iyi bir reklam veren olmanız gerek. O nedenle homojen yayılıyor demek çok doğru olmayabilir.”

“ALTERNATİF TIP RAHATÇA KONUŞULABİLMELİ”

. Diğer ülkelerle Türkiye’yi kıyasladığımız zaman, sağlıkta iletişiminde nelerimiz eksik?
 “Yurtdışında sağlık iletişimi internet dünyasında çok ciddi yayınlar olduğunu biliyorum. Sağlık programlarıyla ilgili benzer çalışmalar olduğunun farkındayım. Özellikle Amerika, insanları sağlık konusunda bilgilendirmeye yaratıcı programlarla destek veren bir ülke. Özellikle Mehmet Öz’ün yaptığı program çok yaratıcı ve çok ciddi; çok basit konuları inanılmaz açık şekilde anlatan bir program.

Her ne kadar hekimler, hekimlerin iletişim tarafına geçmesini benimsemeseler de ben kendisini çok başarılı buluyorum. Kültür seviyesi düşük olan kişi bile o organın çalışmasını, hastalığın nedenlerini o programı izlediğinde anlayabiliyor. Ayrıca, sağlıkla ilgili olayları; korkutarak değil, eğlenceli kılarak anlatan programların daha başarılı ve etkili olduğunu görüyorum.

Türkiye’de iletişimde, hekimi soru-cevap formatından çıkarttığımız zaman belli bir yol kat etmiş olacağımızı düşünüyorum. Sağlığın konusunun hayatın içinde akışkan bir konu olarak anlatılması lazım. Avrupa’yı bilmiyorum ama Amerika bu anlamda daha başarılı.

Yol kat etmemiz gereken konulardan biri de, Doğu tıbbının yani alternatif tıbbın rahatlıkla konuşulabilmesi hususu…

Bizlerin tamamen fiziksel bir bütünden oluşmadığımızı,  enerjisel bir gücün de bizimle hayat yolculuğunda yürüdüğünü ve dolayısıyla bir tedavi gerçekleştirilirken yalnızca bedene değil, ruha da bu tedavinin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Başarılı bir tedavinin ancak böyle gerçekleşebileceğine inanıyorum.

Batı ülkeleri bu felsefeyi benimseyerek insanlara yaklaşıyor ama Türkiye’de pozitif bilimle bağdaşmadığı görüşü hâkim doktorlarda. Bence bu alandaki iletişimdeki açık görüşlülük, belli bir zaman sonra Türkiye’ye girmeye başlayacak.”

. Türkiye’de uygulanmakta olan sağlık sistemi; örneğin SGK’nın işleyişi, Tam Gün Yasası hakkındaki görüşünüz nedir?
“Tam gün yasasının oluş şekli itibariyle zorlayıcı bir sürü tarafları var ancak Sağlık Bakanlığı’nın neden böyle bir karar aldığını anlamamak elde değil.

Bugüne kadar bıçak paralarıyla ameliyatlarını yapan, eğitimden kısıp özel sektöre çokça zaman ayıran öğretim üyelerini üniversite çatısı altına çekmeleri yanlış bir şey değildi. Bana göre yeniden değerlendirilmesi gereken nokta;  öğretim üyelerini yayın yapmaktan çok performans bazlı ödemeye sevk ederek birer makine haline getirmeleridir.

Bunu nasıl yöneteceklerini ve de ilmin nasıl ilerleyeceğini göremiyorum. Eğitim kurumları birer devlet hastanesi gibi çalışmaya gayret ediyor. Bence bir öğretim üyesi saatle memur şeklinde çalıştırılabilecek bir konumda olmamalı.

SGK açısından değerlendirecek olursak birkaç yıl öncesi ile kıyasladığımızda inanılmaz bir bilgiyi bir araya topladı. Bugün ‘Medula’ diye çok akıllı bir sistem var. Türkiye’de nerede tedavi görürseniz görün, bir kurumdan başka bir kuruma giden hasta bilgilerini izleyebiliyorlar. O bilgiler üzerinden de tıbbi tarihçedeki finansal onayları çok iyi bir şekilde takip edebiliyor.

Birtakım yolsuzlukları da engelleyen bir sistem oldu, buna ihtiyaç vardı.

“KORUYUCU HEKİMLİK ÇALIŞMALARI YAPILMALI”

. Vatandaşlar, Türkiye’deki sağlık sisteminden memnun mu? “Sağlıkta Dönüşüm” projesiyle insanlar, daha hızlı bir sağlık hizmeti alabiliyorlar mı?
“Bir miktar, beklemelerinin azaldığına inanıyorum ama tecrübeli hekime ulaşmayla ilgili kolaylığın ne boyutta olduğunu bilmiyorum. Bugün, yine Çapa’ya ya da Cerrahpaşa’ya gittiğinizde uzun kuyruklar görüyorsunuz ama yine de hizmete daha kolay ulaşabiliyorlar, özellikle kronik hastalıklarla ilgili olumlu düzenlemeler var.

Ancak bir yandan da SGK, bir ilaca verdiği rakamın çok çok altında bedellerde olan koruma amaçlı testleri kabul etmiyor; bu da anlaşılır bir şey değil.

Devletin kronik hastalıklar konusunda çok yoğun çalıştığını biliyoruz. Kanser ve böbrek hastalıları gibi kronik hastalıkların çok hızlı arttığını görerek daha yoğun koruyucu hekimlik çalışmalarının yapılmasını diliyoruz.

. Hasta bağlamında konuşacak olursak, hasta ve hasta yakınlarının beklentileri karşılanıyor mu?
 “Özel hastanelerde beklentilerin bir miktar daha fazla karşılandığını söyleyebiliriz. Hasta ücretini vererek yüksek beklentilerle buraya başvuruyor ve en azından hesap sorma hakkı var.

Kamu hastanelerinde ise kişiler daha düşük bedellerle, katkı paylarıyla hizmet alıyor, işin niteliği ve sonuçlarıyla ilgili de hesap soramıyor. Sonucunu doğru zamanda alma, ikinci basamak hizmete doğru yönlendirilme ile ilgili beklentilerinin tam olarak karşılandığı konusunda emin değilim. Özel sektör ise bu akışı, rekabetten dolayı oturtmuş durumda.”

“HEKİMLERİMİZ TECRÜBELİ”

. 2009 yılında “Global kriz çıktı, yabancı hasta Türkiye’ye koştu” diye bir yazınız var. Global krizlerde neden Türkiye tercih ediliyor?
 “Yurtdışı hasta transferinde hareket gören ülkeler, ağırlıklı olarak Balkan Ülkeleri, Ortadoğu Ülkeleri ve Avrasya Ülkeleri. Bu ülkelerdeki kişiler ve hasta transferine aracı olan kurumlar, doğal olarak mali anlamda uygun yeri arıyorlar.

Mesela birisi kalp ameliyatı olacaksa ve bulunduğu ülkeye güvenmiyorsa eskiden nereye giderdi; Almanya, İngiltere, Amerika’ya ya da İsrail’e giderdi. O ülkelerdeki tedavi 50 bin dolarsa İstanbul’da 6.000-8.000 dolar. Tıbbi sonuçların başarılı olmasının yanı sıra kültürel yakınlığımız, mesafe olarak yakın olmamız, her gün uçak seferlerinin olması,  konaklama maliyetlerinin daha düşük olması, yakınlarının daha rahat hareket edebilmesi, vize sorununun olmaması nedenleri ile Türkiye’nin daha çok tercih edildiğini görüyoruz.

Hekimlerimizin tecrübeli olduklarını duyuyorlar, hastaneye geldikleri zaman Batı standartlarında alt yapılar görüyorlar. Dolayısıyla ağızdan ağıza iletişimle bu bilgiler bu ülkelere yayılıyor.”

. Günümüz sağlık medyasını nasıl buluyorsunuz? 21 yıllık meslek hayatınızda sağlıkta uzman gazetecilik nereden nereye geldi?
 “Sağlık konuları geçtiğimiz yıllarda, gazetelerde çok fazla yer almayan bir konuydu; korkulan ve ürkülen konulardı. İnsanların okumaktan hoşlandığı konular olarak görülmüyordu ama şimdi sağlık, kendini okutuyor. Dolayısıyla tüm yayınlar sağlığa daha fazla yer ayırıyor. Bu ayrılan yerlerin iyi değerlendirildiği ve iyi kalemler tarafından araştırma yapılıp iyi bilgiler verildiği takdirde çok faydalı oluyor.

Evet, şimdi sağlığa daha fazla yer ayrılıyor ama bunu da ittiren özel sektör çünkü yaptıklarını anlatmaya ihtiyaçları var, ilaç şirketlerinin dolaylı reklama ihtiyacı var dolayısıyla bu yapılanları bu vesileyle aktarabiliyorlar.”

“DAHA DONANIMLI OLMALILAR”

. Sağlık iletişimi yapan bir PR`cı neleri asla yapmamalı?
 “Yanlış olduğunu bildiği bilgiyi vermemeli mesela; ilkler, tekler gibi…
Etik kurallar çerçevesinde hareket etmeli, işini sıkı şekilde takip etmeli ama en önemlisi, kendisine gelen bilgiyi direkt öbür tarafa yollayan bir trafik polisi gibi olmamalıdır.

Türkiye’de sağlık kuruluşlarında uzun soluklu PR şirketleri görmezsiniz çünkü çok incelikler gerektirir. Reklam yapılanmalarının neleri gerektirdiğini bilmeli, o mevzuata aykırı olmayacak şekilde anlatmalı, mevzuatı bilmeden ortada dolaşan profesyonel sağlık iletişimcileri var. Bu durumda bu işe soyunanların kendilerini daha donanımlı hale getirmeleri gerekir…”

. Sağlık turizmi açısından Türkiye nasıl bir potansiyele sahip? Bu potansiyelinin ne kadarını kullanabiliyor?
“Bence kat edeceğimiz daha çok yol var. Bölgede rakiplerimiz Avrupa, Hindistan ve İsrail. Beş-altı yıl öncesine bakacak olursak ciddi yollar kat edildi ama sağlık kuruluşlarının kendi aralarında güç birliği yapmaları gerekiyor. Özellikle sağlık turizmi,  hükümetin de öncelikleri arasına girerse Singapur’da yakalanmış başarıyı burada da sağlayabiliriz. O zaman çok yüksek bir gelir elde edilebilecek sayıda hasta, ülkemize gelebilir.”


İçeriği Paylaşın