Yeni Yılda “Keşkeleriniz” Olmasın!


Bizi Takip Et


Esra Kazancıbaşı İle Sağlık

Yıllar önce bir kış gecesi. Çocukluktan genç kızlığa adım attığım o günlerde ergenlik çağının sorunlarıyla boğuşuyorum. En büyük derdim yüzümdeki, özellikle de kollarımdaki yoğun sivilceler. Kollarımdan o kadar utanıyorum ki, uzun kollu giysiler ile saklamaya çalışıyorum.

Ergenlik komplekslerim bununla kalsa iyi! O dönemde moda olmayan kıvırcık saçlarımla da derdim var. Gür saçlarımı kıvırcık bıraktığımda aynadaki görüntümü bir cadı gibi görüyorum. Fönle güç bela düzleştirdiğim saçlarım yağmurda tüy tüy olduklarında ise çirkin ördek yavrusu gibi hissediyorum kendimi.

Bunlar yetmezmiş gibi bir de modaya uymak için kaşlarımı incecik almaz mıyım! Ertesi gün coğrafya öğretmenim Muazzez Hanım derste gözlerini alamıyor benden. “Yüzün mü şişti senin?”  diye soruyor önce. “Hayır” diyorum çekingen bir ses tonuyla. Çünkü nedeninin incelttiğim kaşlarım olduğuna adım gibi eminim. Dersin sonunda kulağıma eğilip kendimi iyice kötü hissetmeme sebep olan o cümleyi fısıldıyor:

 “Esra, kaşlarını mı aldın kızım? Hiç güzel olmamış!”

PİŞMANLIK FAYDA EDER Mİ?

Hemen eve koşup, aynanın karşısına geçiyorum. Kaşlarıma odaklanıyor bakışlarım. Pişmanım ama kaşlar ip gibi olduktan sonra bu duygular neye yarar?

Akşam evde tatlı bir telaş var. Kalp krizinden sonra sabah ilk kez atölyesine gidecek olan dedem için hazırlıklar yapılıyor. Dedem bana tuhaf bakıyor. O da coğrafya öğretmenimle aynı soruyu yöneltiyor: “Yüzün mü şişti senin?”

Bu sözleri duyunca içimdeki asi ergen patlıyor: “Aman dede! Nereden çıkarıyorsun bunu? Yüzümde, gözümde hiçbir şey yok benim. Sana öyle geliyor.” Bunları huysuz ve agresif ergen bir kızın ses tonuyla söylüyorum üstelik.  Dedem susuyor. Bakışlarını uzaklaştırıp, yatak odasına doğru yöneliyor.  Her zamanki gibi “iyi geceler” demiyor bana.

O an  aklımda tek bir şey var; Aldığım kaşlarım yüzünden şiş görünen yüzüm. Yani çirkinliğim!

Annem sabah beni uyandırıyor. “Dedeni kaybettik kızım” diyor. Çok sevdiğim dedemle meğerse son konuşmamızmış bu. Yatakta hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum. O’nu bir daha göremeyecek olmanın acısıyla gözyaşları yanaklarımdan aşağıya oluk gibi akarken, pişmanlık dolu simsiyah duygular kalbime, beynime bıçak gibi saplanıyor.

YAŞAM KÜS KALACAK KADAR UZUN DEĞİL!

İşte, o günden bu yana sevdiğim insanlarla kırgın olarak yatağa asla girmek istemem. Hele kabahat bendeyse hiç uzatmam. Aramızdaki buzları eritir, ikimizin de uykuya barışmış bir şekilde dalabilmesi çaba gösteririm. Eğer o kişi uzaktaysa telefona sarılım, yanımdaysa O’na… Bilirim ki, özür dileyebilmek, hatasını görebilmek, kabullenebilmek bir erdemdir. Haklıysam da ego, gurur gibi ilkel duyguların asla esiri olmam. Önemli olan sevdiğim insanla aramız gergin olarak geceye teslim olmamak, uykuya yenik düşmemektir.

Yaşam küslüklerle, kırgınlıklarla vakit harcanacak kadar uzun değil!

Gerçek olan bir tek şey var; İçinde bulunduğumuz an. Yarın belirsiz, belki de hiç yaşanmayacak bir zaman dilimi. Bırakın yarını, bir saat, hatta birkaç dakika sonrası bile garanti değil. Gönlümüzce yaşayabileceğimiz, kırmızı güllerin kokusunu içimize çekebileceğimiz, güneşin batışını seyredebileceğimiz, sevdiğimizi haykırabileceğiniz, özür dileyebileceğiniz, O’nun sesini duyabileceğimiz tek bir zaman dilimi var; Şimdi.

Yeni yılda siz de lütfen aklınızdan, kalbinizden geçen hiç bir şeyi yarınlara ertelemeyin. Sevdiğinizi itiraf etmeyi… Özür dilemeyi… Annenizi, babanızı ya da kardeşinizi telefonla aramayı… Hastanedeki üniversite arkadaşınızı ziyarete gitmeyi… “Keşke” dememek için ertelemeyin! Hemen yapın!

Esra Kazancıbaşı Öztekin

sagligimicin@gmail.com

Not: Bu yazı 31 Aralık  2016 tarihinde Yenibirlik Gazetesinde yayımlandı.


İçeriği Paylaşın