Zeki Alasya: Diyabet Kötü Huylu Bir Arkadaş Gibi

Zeki Alasya: Diyabet Kötü Huylu Bir Arkadaş Gibi

Zeki Alasya: Diyabet Kötü Huylu Bir Arkadaş Gibi

Bizi Takip Et


Diyabet için “Kötü huylu arkadaşınızla yaşamak zorundasanız” diyen tiyatro sanatçısı Zeki Alasya A Haber’in sağlık programı Medikal’de diyabetle yaşamayı anlattı.

Fransız Oyuncu Gerard Depardieu’nun iyi huylu prostat büyümesi hastalığı nedeniyle uçakta bu şişesine idrarını yapmasından bahsedilmesi üzerine “Büyük ihtimalle aynı olayı yaşardım” diyen Zeki Alasya, gittiği yurtdışı seyahatlerinde bir diyabetli olarak tuvalet bulamamasının sıkıntılarını ve kendi yarattığı çözüm yollarını kahkahalarla anlattı.

Gazeteci Esra Kazancıbaşı Öztekin’in hazırlayıp sunduğu Medikal’e katılan Zeki Alasya şeker hastalığıyla tanışmasını ve diyabetle yaşamanın zorluklarını paylaştı.  Hastalandıktan sonra tedavi olmak yerine en doğrusunun hastalanmamak olduğuna değinen Zeki Alasya, “Korunmak çok önemli, ayrıca daha da ucuz. Diğer türlü hem zaman kaybetmiş olacaksınız. hem de para kaybetmiş olacaksınız. Onun için hastalanmamaya bakalım” dedi. Kendisine dikkat ettiğini söyleyen Zeki Alasya, hastalıkla alay etmenin kendisine yaşam gücü verdiğini sözlerine ekledi. İşte, çok özel söyleşide Zeki Alasya’nın diyabetle yaşam ve sağlık üzerine anlattıkları…

“ŞEKER HASTALIĞI ÇOK SİNSİ BİR HASTALIK”

Tip 2 diyabet tanısı aldınız. Kaç yıldan beri diyabet hastasısınız ve diyabetli olduğunuzu nasıl öğrendiniz?
“Annem, babam ve ağabeyim diyabetli. Ben fevkalade meraklı olduğum için tıbbi yayınları okuyan, arkadaşları ve ailesi arasında doktorlar olan bir kişi olarak çok ayıp ettim. 1994 senesinde dizi çekiyorduk. Dizinin bir kısmını da mutfakta çekiyorduk. Mutfağın yanı da laboratuardı. Topkapı Hastanesi’nin laboratuarıydı, laboratuarda çok sevdiğimiz bir teyzemiz vardı. Sık sık beni mutfakta yakalayıp ‘Gel bir kontrol yapalım’ derdi. Biz ise ısrarla ihmal ediyorduk…

O arada bir İtalya yolculuğu yaptık, yaz mevsimi ve çok terliyordum ama sık sık da idrara çıkıyordum. ‘Bana bir şey olmaz’ diyorsunuz hep. ‘O başkalarının hastalığı, niye bana olsun ki’ diyorsunuz. Ben dehşet sıkıntılar yaşamaya başladım o dönem. Sürekli tuvalet arıyordum. Buna rağmen de rejimi hiç bozmadım. İtalyanların dondurmaları çok güzeldir onları yedim. Makarnalar yedim. Döndük ama işler tamamen değişti, ben şeker hastası olmuştum.

Laboratuara gittim, kan değerlerim 453 çıktı. Maceram böyle başladı…

Şeker hastalığı çok sinsi, çok kalleş bir hastalık. Hastalık başka bazı hastalıklarda olduğu gibi bir süre hükmünü sürdürdükten sonra zarar vermiyor. Bir 10 sene avans tanıyor. Hiçbir şey olmuyor. Şekeriniz yükseliyor ve belli yöntemlerle indiriliyor ama sağda solda hiçbir sıkıntısı olmuyor. 10 sene sonra tahribat yavaş yavaş artarak sürüyor ve çok büyük bir tahribat başlıyor. Ancak bu kötü huylu arkadaşınızla yaşamak zorundasınız.”

. Peki, ilk diyabet tanısı aldığınızda neler hissettiniz?
“Hasta olduğumu öğrendiğimde büyük bir talihsizlik olduğunu düşündüm. Şeker hastaları kendilerine iyi baktıkları zaman ömürleri uzar derler. Bu çok büyük bir palavra. Diyabetik bir bünye kendine ne kadar iyi bakarsa baksın ömründe kısalma yaşıyor. Mesela İsmet İnönü’yü örnek verirler. Ben bu konuyu rahmetli Erdal İnönü ile konuştum. Hayatın hiçbir döneminde 100’ü geçmemiş arada fark etmediği zamanlar da var. Bir de düşünün her gün o şırınga kaynatılıyor, çekmesi zor, yapması zor. Ona rağmen insülin rejimini hiç aksatmadan sürdürmüş. Hiçbir gün açlık şekeri 100’ün üstüne çıkmamış ve bu insan 89 yaşına kadar yaşadı. Oysa ki, İnönü’nün ailesinde 110 yaşın altında yaşayan insan yok. Abisi, annesi, babası hep bu yaşlara kadar yaşamış.

Disiplinli yaşamanıza rağmen hastalığın tahribatı o disiplini ekarte ediyor ama yine de yaşıyorsunuz. Tip 2 çok dramatik bir hastalık değil; Tip 1’i düşünün bir çocuk doğumundan itibaren insülinle idare etmeye çalışıyor. Benim iddiam şu, bu bir gün tümüyle halledilebilecek bir hastalık olacak.”

“ALAY ETMEK BANA YAŞAMA GÜCÜ VERİYOR”

. Şeker hastalığı kalpten böbreklere ve gözlere kadar pek çok organda tahribat yapıyor. Diyabetin komplikasyonlarına karşı kontrollerinizi yapıyor musunuz?
“Elimden geldiğince kontrollerimi yapıyorum. Bunca sene kilo almadım mesela ama diyabetin komplikasyonlarını yeterince ciddiye almadığım zamanlar da oluyor. Bazı diyabetlilerde eller ayaklar kesilecek dereceye varıyor. Bazı hastalar böbrek yetmezliğiyle diyaliz makinasına bağlanıyor… Gözlerdeki tahribat en önemlisi. Ben morale bu hastalığa biraz alay konusu eklemeye çalışıyorum. Ne kadar ciddi boyutlarda olursa olsun alay ediyorum, alay etmek bana yaşama gücü veriyor.

Vahide  Hanım (Vahide Gördüm) iyileştikten sonra anlatacaktır. Etrafınızda birilerinin sizin hakkınızdaki endişelerini gözlerden anlıyorsunuz. Sizden uzaklaşıyorlar, fısıldaşmalar başlıyor. Bir süre kayboluyorlar mesela balkona çıkıyorlar. Geldiklerinde gözlerde hafif kızarıklık oluyor…”

. Diyabetle yaşamak size ne öğretti?
“Yalnızca kendimde değil, çok sevdiğim insanlar arasında gözümün önünde hastalananlar oldu. Bunları görünce ‘Niye’ diye sormayı becerdim. Kıskançlık, çekememezlik niye? Ne istiyorsunuz? Neyin peşindesiniz? Bir rahatsızlık oluyor ve gidiveriyorsunuz. Sonradan katılmış değersizlikler var. Zaman içinde yitirdiğimiz değerler var. İnsan bunların farkına varıyor. Elinizde bir çekiçle taşınızı yontuyorsunuz. Bir ham taş olarak kendinizi yontuyorsunuz zorunlusunuz da buna. Hep bir hedef koyuyorsunuz. Oraya varamıyorsunuz, varamayacağınızı bile bile yontmaya devam ediyorsunuz. Bu tip hastalıklar olunca da bazı şeyleri daha çabuk temizlemeye başlıyorsunuz ve arınıyorsunuz. Bir şeylerin değersizliğini ama onun yanı sıra başka şeylerin değerliliğini anlıyorsunuz . Yetmez mi? Çok önemli bence.”

“HASTALANDIKTAN SONRA TEDAVİ OLMAK YERİNE EN DOĞRUSU HASTALANMAMAK”

. Rol aldığınız dizilerden birinde baklavacı rolündeydiniz. Bir şeker hastası olarak dizilerin uzun ve zorlu çalışma saatlerinde insülin tedavinizi, beslenmenizi nasıl ayarlıyorsunuz?
“ Evde  programlı yapabileceğimiz bir tedavi süreci yerine bugün burada, yarın orada bir çalışma programı elbette insanı zorluyor. Kolay olmuyor. Ancak bütünüyle de imkansız değil. Biraz rahatımıza bakıyoruz galiba… ‘Bana bir şey olmaz’ diyoruz.  AIDS ile ilgili de öyle şeyler söylendi. ‘ AIDS kim diye…Bana bir şey olmaz’ diye…  Tembelliği bırakıp kendimizi azıcık programladığımız zaman bu mümkün. Etrafınızda size yardım etmek isteyen ve sizi çok seven bir sürü insan ve ekip var.

Yapılması gereken nedir? Belli bir yemek rejimini sürdürmek… Günde bir iki kere insülin almak… İlaçlarınızı kullanmak… O kadar da zor değil. Hastalandıktan sonra tedavi olmak yerine en doğrusu hastalanmamak. Altını çizerek söylüyorum korunmak çok önemli, daha da ucuz ayrıca… Hem zaman kaybetmiş olacaksınız hem para kaybetmiş olacaksınız. Onun için hastalanmamaya bakalım.”

Sağlıklı beslenme hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Organik tarımı elden geldiğinde desteklemek gerekiyor. Mümkün olduğunca organik ürünler almak gerekiyor. Bizim sebze ve meyvelerimiz Nazilli’den geliyor. Hatta Pınar Kaftancıoğlu’na ulaşın ve ondan getirtin.”

“TUVALETE  KOŞARKEN  HERHALDE  REKOR  KIRMIŞIMDIR”

. Gerard Depardieu iyi huylu prostat büyümesi sorunu nedeniyle çok sıkışmuş, hostes de kalkış anında tuvalete gitmesine izin vermeyince idrarını koridorda su şişesine yapmıştı. Siz o uçakta olsaydınız ne yapardınız?
“Büyük ihtimalle aynı olayı yaşardım. Bir örnek vereyim,  Floransa’dan Pisa’ya gidilir. 1 saat 40 dakika sürer. Ben bunu nereden bileceğim. Öyle bir ayarladım ki kendimi tuvalete girdim çıktım ve araba hareket etti. Araç yolda durmuyor. Biz geldik ama nasıl geldiğimi bana sorun. İnsan otobüsten inince şöyle bir etrafına bakar değil mi? Ben doğru tuvalet aramaya başladım. Sur gibi bir şeyin içine girdik. ‘Tuvalet nerede?’ diye sordum. Söyledikleri tuvaletin mesafesi 4 kilometre. O zaman daha zayıftım. Tuvalete koşarken herhalde rekor kırmışımdır. Kapıda şişman bir İtalyan kadını ‘Uno momento’ dedi. Der demez kadın duvara yapıştı. Tuvaletten çıktım. Kadın hala bana dehşet içinde bakıyor. Anlatabildiğim kadar anlattım. Çünkü İngilizce bilmiyor.

Her yerde geldi bu başıma. Durup dururken kafe arıyorsunuz. Bir kez de Londra’da Parlamento binası, Big Ben ve köşede meşhur bir katedral var. Muhtemelen oralarda bir tuvalet olduğunu düşünüyorsunuz ama yok. Bir şey yapmam lazım, açığa doğru yürüdüm. Bahçeye açılan bir tahta kapı gördüm ama gerçek kapı değil. Gittim, bir aralık buldum ve başladım teşaşüre… Gördüğüm manzara şu: Tahtalarla ayrılmış bir bölüm ve içersi insan dolu… Ben onları seyrede seyrede ihtiyacımı gördüm ve geri döndüm. Seneler sonra anlatınca çok komik gibi geliyor ama o andaki moral durumu, paniğimi, hatta yakalanırsam diye kaygımı anlatmam mümkün değil.…

Bir kez de kızımın isteği üzerine Transilvanya’ya Drakula’nın şatosunu görmeye gittik. Geçen sene bir nedenle gittim. Zaten orası da değilmiş. Orası daha gidilebilecek bir yer olduğu için yutturmaya çalışıyorlar ama biz oraya gittik… Koskoca Drakula şatosunun duvarlarının dili olsa da konuşsa…”

. 2012’nin ilk günlerindeyiz, insanlara sağlıkla ilgili nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
“Sağlıklı bir yıl geçirelim, birtakım şom ağızlılar 2012’de kıyametin kopacağını söylüyorlar, inanmayalım. 2012 umut ediyorum diğer yıllardan daha parlak, ülkem için dünya insanları için daha güzel bir yıl olacak umuyorum.”


İçeriği Paylaşın