Rasım Öztekin`den Doktor Tiplemeleri

Rasım Öztekin`den Doktor Tiplemeleri

Rasım Öztekin`den Doktor Tiplemeleri

Bizi Takip Et


SÖYLEŞİ: GÜZİN YILDIZCAN

Önce zatürre, daha sonra da kalp yetmezliği nedeniyle hastaneye yatan tiyatro sanatçısı Rasim Öztekin’in kalbine pil takıldı.  Geçtiğimiz haftalarda taburcu olan ünlü sanatçı evine tam 22 kilo vermiş olarak geri döndü.

Neredeyse kış mevsimini hastanede geçiren, 20 gün yoğun bakımda kalan usta tiyatrocu kalbine pil takılacağını öğrendiğinde şoka girmiş ama sonrasında kendisine “Pilli Bebek” ismini takıp, sohbetlerde hastane anılarıyla arkadaşlarını her zamanki gibi güldürmeyi başarmış. Şimdi piliyle öylesine barışık ki “Neden daha önce pilli bebek olmamışım” diye hayıflanıyor.

Hastanede, özellikle yoğun bakımda yattığı süreçte boş durmayan Rasim Öztekin, sanatçı gözüyle doktorları incelemeye almış. Komik doktor tiplemeleri yaratmış kafasında. Önümüzdeki dönemde “hasta-doktor ilişkileri” konulu bir projeye imza atmaya hazırlanan Öztekin hastanede yattığı günleri, “Bir sanatçı için bulunmaz bir gözlem süreci” olarak yorumluyor, “Ayrıca kilo verdim bu da hastalığımın bonusu oldu” diyor.

Öztekin’e, kalp pili takılma sürecinde neler yaşadığını sorduk. Bizi hem kalp pili konusunda bilgilendirdi, hem de hastalığı ve tedavisi sürecindeki duygularını ilk kez  www.sagligimicinhersey.com’a  anlattı.

. Sağlık sorunlarınız nasıl başladı? Kalbinize pil takılma sürecisini anlatır mısınız?
“Beni bugüne getiren sürecin başlangıç noktası 2003 yılına dayanıyor. Küba’da bir ay süren film çekiminden döndükten sonra sıkıntılarım başladı. Küba’da ve dönüş uçağında klimalı ortamlarda uzun süre bulunmamdan kaynaklandı sıkıntılarım. Ben grip olduğumu zannettim.

İstanbul’a geldiğimde göğüste hırıltı ve bünyemde yorgunluk başladı. Bir antibiyotik verirler düşüncesiyle hastaneye gittim. Beni acile yatırdılar, kontrollerim yapıldı. Kardiyomiyopati yani kalp yetmezliği tanısını kondu. Üstelik kalbimdeki bir damar da tıkalıydı. O dönemde stent takılarak ve ilaç tedavisiyle düzeldim.

Şimdi bugüne gelecek olursak, 2009 Ocak ayında zatürre olduğum ortaya çıktı. Hastaneye yatırılarak tedaviye alındım. Hastaneden çıktıktan sonra halsizlik ve yorgunluk duygusundan kurtulamayınca tekrar kontrollerim yapıldı. Kalbin zatürreden ciddi şekilde etkilendiği anlaşıldı ve ben tekrar hastaneye yattım. Kalbe doping yapan bir ilaç tedavisi düşünüldü başlangıçta… 20 gün yoğun bakımda sürekli makineye bağlı olarak kaldım.”

. Yoğun bakımda yatıyor olmak nasıl bir duygu? Orada kaldığınız sürece neler hissettiniz, neler düşündünüz?
“Ben orada kendi halime şükrettim. Bilinci kapalı hastalar, oradan çıkamayan hastalar vs. Benim bilinç kaybım olmadığı için orada yattığım süre içinde gözlem yaptım. Daha doğrusu yapmak zorunda kaldım adeta. Yoğun bakım, çok sinir bozucu bir ortam. 20 gün boyunca geceleri hiç uyuyamadım. Gece yarısı yeni hastalar geliyor; kimisi kurtarılamıyor… Bir gün önce geleni ertesi gün göremiyorsunuz bazen. Sadece üç gece çok iyi uyudum. Bu da operasyondan çıktığım ve hafif anestezi aldığım gecelerdi. Artık gündüzleri uyuyordum. Bu 20 günlük periyotta bana pil takılacağını öğrendim.”

“PİL TAKILACAĞINI DUYDUĞUMDA ŞOK OLDUM”
. Kalp pili takılacağını öğrendiğinizde ne hissettiniz? Kalp pilinin ne olduğunu biliyor muydunuz?
“Pil takılacağını öğrenmem ciddi bir sürpriz oldu benim için. Eşim, bir gün önce öğrenmiş ama açıklamayı kardiyoloğumun yapmasını bekliyormuş ama birden bire pili takacak olan hekim içeri girdi. “Siz de uygun görürseniz, size pil takmayı düşünüyoruz” dedi. Ben o güne kadar “kalp pili” diye bir şey duymamıştım, birden bire itici geldi. Bir aygıta bağlı olarak yaşayacağım, yani içimde yabancı bir aygıt olacak. Yoğun bakım hali devam edecek. Üstelik o aygıtın yani kalp pilinin ne olduğunu da bilmiyorum henüz. Özetle; şok yaşadım. Bana pil takan doktor aslında muhteşem bir hekim. Alanındaki tıbbi gelişmeleri yakından takip eden, başarılı ve hastasına sahip çıkan bir doktor. Nitekim gazeteye verdiğim ilanda kendisinden “Koroner sinüs meydan muhaberesi galibi” diye bahsettim. İlk operasyonda koroner sinüse girilemediği için pil takılamadı. İkinci kez denedi doktorum. Tam beş saat uğraştı. Sonuçta başardı. Fakat anladığım kadarıyla hastayla ilişkilerinde bir Amerikan tarzı var. Bana “pil takılacak” dedi ve anlatmaya devam etti:

“Takacağımız pil 100 kişiden 30 kişiye uygulanabiliyor. Pilin takılma operasyonu sırasında da yüzde 20-25 oranında başarısızlık olabiliyor. Önce uygun olup olmadığınızın kontrolünü yapacağız. Uygunsanız takacağız. Kalp pilinin size yararlı olabileceğini düşünüyoruz.”

Aynen böyle anlattı. Bu konuşmadan benim anladığım şuydu, ciddi sınavlardan geçeceğim ama finalde yararlı olup olmayacağı belli değil!

“Doktor bey bu pilin yararlı bir tarafı var mı? Şu ana kadar yararlı bir tarafını görmedim” dedim. Bunun üzerine yararlarını anlatmaya başladı. Dinledikten sonra, “Bu pil neden bana doğduğum anda takılmamış” diye hayıflandım açıkçası. Şimdi sağlam arkadaşlara öneriyorum, “Hemen bir pil taktırın ve garantiye alın kendinizi”. Kalp pilinin birçok fonksiyonu olduğunu öğrendim.”

. Pilin fonksiyonları nedir? Nasıl bir katkısı oluyor kalbe?
“Bendeki arıza kalp kaslarının güçsüzlüğü, böyle bir durumda pili, kalbin üç odacığına yerleştiriyorlar ve kalbin senkronize şekilde elektriklenerek kasılmasını sağlıyorlar. Bu kasılma ileride hastalığı düzeltme aşamasına geliyor. Bu da pilin büyük avantajı. Kanı iyi pompalamamaktan kaynaklanan kalbin büyümesi de engelleniyor. Yani tedavi edici bir tarafı da var.

Benim öyle bir problemim yok ama ritim bozukluğu durumunda bu bozukluğu da ortadan kaldırıyor. Bence en büyük artısı da şu; kalp durduğunda şok yapıyor, işin garantisi de bu. Pilin bu fonksiyonlarını öğrenince, “Hemen takalım” aşamasına geldim.

Ancak hemen ardından, “Bu şanslı 30 kişinin arasına girecek miyim, hadi girdim diyelim; yüzde 25 meselesi ne olacak?” diye düşünmeye başladım. Nitekim ilk yapılan operasyonda pil, biraz önce söylediğim gibi koroner sinüs bölümüne takılamadı çünkü oradaki damarlar virajlı ve köşeliymiş dolayısıyla teli damarın içine sokamadılar. İlk operasyon 2-2.5 saat sürdü, bu sürede pilin gerçek gövdesi yerleştirildi ama koroner sinüse yerleşmedi. Bu sefer de pili kalp ameliyatıyla yerleştirelim dediler. Ancak cerrahlar böyle bir riske girmek istemediği için yine aynı yöntemin denenmesine karar verildi ve bir hafta sonra ikinci kez yine aynı yöntemle, doktorumun inadıyla koroner sinüs virajlarını aşmasıyla beş saat süren bir operasyonla pil takıldı. “

. Operasyon sürecinde psikolojiniz neydi, ne düşünüyordunuz?
“Her iki operasyonda da büyük bir psikolojik savaş verdim. Düşünsenize operasyonlar lokal anestezi ile yapılıyor yani bilincim açık ve bir ekrandan olan biteni izliyorum. Başlangıçta gördüklerim cazip geldi, sonra sıkıldım çünkü ekranda gördüklerimi anlamıyordum doğal olarak. Birtakım teller, solucanlar filan görüyordum yani bana göre o görüntülerin anlamı buydu.

Bir de ben ekranı izlerken operasyonu yapan doktorların konuşmalarını duyuyordum, ‘Tüh gene olmadı, bir de buradan deneyelim… olmayacak bu iş…’ türünden sohbetler. Sonunda çok sıkıldım ve beni rahatlatın lütfen dedim. İğne yaptılar; rahatladım. Bir süre sonra ayıldım. Tekrar rahatlatın dedim. Konuşmalardan geriliyordum, vücut da gerilir operasyonu  güçleştirir düşüncesiyle ayıldıkça, ‘biraz daha rahatlatın diyordum. Bir duble daha alayım hatta giderken bir yolluk rica edeyim durumundaydım. Anlayacağınız, bir duble bir duble daha dedikten sonra sızmışım. Zorla uyandırdılar müjdeyi verdiler. ‘Başardık’ dediler.”

KENDİME “PİLLİ BEBEK” DİYORUM
. Kalbinize pil takılalı yaklaşık iki ay oldu. Şimdi sağlığınız nasıl? Hayatınızda kısıtlamalar var mı?”
“Kalp pili deyince bilmeyenlerin aklı karışıyor ama bilenler bana, “Oooo delikanlı oldun, kalbi sıfırladın” diyor. Gerçekten de öyle, protez diş gibi bir şey. Kısa bir süre sonra sizinle özdeşleşiyor. Şimdi kendime “Pilli Bebek” diyorum.

Şu anda sol kolumu tam kapasite kullanmıyorum, sol tarafıma yatmıyorum ama bu kısıtlamalar da bir süre sonra ortadan kalkacak. Sol kolu korumak şu anda önemli. Kalbime pil takıldıktan üç gün sonra kaplosu koptu.  Üçüncü kez göğsüm açıldı, bu sefer de pilin kopan kablosu sabitlendi.  Doktorlar, bunun sol koluma aşırı yüklenmekten kaynaklandığını söyledi. Bir ay süreyle araba kullanmam yasaktı. O kısıtlama kalktı.

Pil bende olduğu sürece yapmamam gerekenler şöyle; X-ray cihazlarından geçmeyeceğim, cep telefonlarına en çok 20 cm mesafede duracağım yani kulaklık takarak kullanacağım, baz istasyonlarına ve elektrik trafolarına fazla yaklaşmayacağım.

Tıp teknolojisi öylesine olanaklarla donatılmış ki inanamazsınız, pilim takıldıktan bir ay sonra kontrole gittim, bir alete bağlayıp pilin ayarlarını yaptılar. Bir de rapor çıkardılar, rapora bakıp, ayın 12’sinde saat 14:12’de çarpıntınız olmuş dediler.

. Bu durumda tiyatro ve sinemaya devam etmenizle ilgili bir kısıtlama yok sanırım.
“Yok… Bir tek trafo evlerinin içinde durmayacakmışım. Doktorum öyle söyledi. “Ne işim olur doktor bey dedim trafo evlerinde?”  Doktorum uyardı, “Siz sanatçısınız bir film çekimi için bir trafo merkezine veya benzer bir yerlere sokarlar aklınızda olsun” dedi.

“PİLİN BONUSU 22 KİLO VERMEM OLDU”
. Hastanede bulunduğunuz sürece bir sanatçı gözüyle neler izlediniz?
“Bir sanatçı için bulunmaz bir gözlem süreciydi. İlginç doktor tiplemeleri attım dağarcığıma… O tipleri oynamak isterim. Hasta tiplemeleri çok tatlı değil, doktoru tercih ederim ama hasta tiplemelerini de depoya attım… Dağarcığıma attıklarımı toparlayarak bir kitap yazmayı ve tek kişilik oyun sahnelemeyi düşünüyorum. Böyle baktığımda bu kalp işi sanatım açısından çok işe yaradı. Ayrıca kilo verdim, bu da pilin bonusu oldu benim için.

DOKTORLAR HASTA İLETİŞİMİ KONUSUNDA TÜRKLEŞMELİ
Diğer bir gözlemim sonucunda da doktorların hasta ilişkisinde eğitim alması gerektiğine karar verdim. Doktorların hasta ilişkisinde belli bir standart yok; herkesin tarzı, ekolü farklı. Kimi doktor Alman ekolünden,  kimi ABD’de eğitim görmüş ya da hizmet vermiş dolayısıyla o ülkelerin tarzlarını benimsemişler ve öyle davranıyorlar hastalarına. Biraz Türkleşmeleri lazım. Kuzey Avrupalı gibi olamayız, Amerikalı olamayız. Bu toplumdaki insanlara, hastalıklarının riskleri alıştıra alıştıra söylenmeli bence. 2003 yılında gittiğim hastanede beni muayene eden bir doktor bana “pat” diye “Kalbinizin durumu çok kötü” dediğinde ben kalp krizi geçirebilirim. Kuzey Avrupa’daki hasta normal karşılayabilir, kültürü öyledir ama benim kültürüm öyle değil.”

“MEĞERSE ŞİŞMAN RASİM DEĞİL, ÖDEM RASİM’MİŞİM”
. Fazla kilolarıyla tanınan, hatta şişmanlığınızın size bir sevimlilik kattığı düşünülen bir sanatçısınız. 22 kilo zayıflamış halinizle oldukça gençleşmişsiniz. Peki, sizi sempatik şişman sanatçı olarak bilen, seven hayranlarınız içinde yadırgayanlar oluyor mu bu yeni görünümünüzü?
“Herkes beni şişman görmeye alıştığı  için 22 kilo vermiş halimi bazıları önce yadırgıyor. Verdiğim teşekkür ilanıyla ilgili özel bir  televizyondaki haber programına çağırdılar. Hastaneden çıktığımın dördüncü günüydü. Programdan sonra kafeteryada muhabbet ederken yaşlıca bir çalışan kalkarak yanıma geldi. “Geçim olsun Rasim Bey” dedi. Rengim yerine gelmemiş, uykusuz geçen günlerin sonucu griye yakın bir rengim var. Çekime giderken dazlak yapmıştım. Saçlarım da sıfır numara. Hızlı zayıflamanın verdiği bir çöküklük de var yüzde tabii. Yanıma gelen adam, “Geçmiş olsun” dedikten sonra “Kemoterapi gördünüz değil mi?” dedi. Ben panik halinde “Hayır, hayır kalp hastalığı” dedim. Çünkü o anda kemoterapi bana o kadar tuhaf geldi ki, kalp hastalığını  daha hafif bir şeymiş gibi hissettim. Anlayacağınız hastaneden ilk çıktığımda böyle bir görüntüm vardı. Bir de verdiğim kiloların büyük çoğunluğu vücudumda ödem adı altında bulunan sulardı. O suları ultrafiltrasyon denen bir yöntemle vücudumdan çektiler. Diyaliz gibi bir teknikle her gün dört saat süresince vücudumdan dörder kilo su aldılar. Ben kendimi kilolu zannediyordum, meğerse ben ödemmişim.  Ödem Rasim’mişim…”

. Gurme özelliğinizle de tanınıyorsunuz. Peki, hastane yemekleriyle aranız nasıldı? Zayıflamanızda vücudunuzdan çekilen sular kadar diyetin de yeri var mı peki?
“Tabii ki… Hastalıktan dolayı zaten iştahım kesikti. Doktorlar hayatımda ilk defa bana yemek yemem için yalvarıyordu adeta. Bundan da büyük haz duyuyordum. Bugüne kadar hep fazla yememem söylenmişti bana.
Hayatında ilk defa birileri bana tam tersine yemek yememi söylüyordu. Tabii iştahım kesik. Bir de tatsız, tuzsuz hastane yemekleri eklenince hiç yiyesim olmadı. Ben aşağı yukarı 1,5 ay sağlıklı beslenemedim. Hatta çoğunlukla öğün atlıyordum.

. Bu hastalık serüveninden nasıl bir ders çıkardınız hayata dair?
“Yoğun bakımda şunu öğrendim. Yarın ne olacağı belli olmayan istikrarsız bir ülkedeyiz 10 yıllığı bırakın 1 yıllık bile plan yapılmaz.  Ben zaten keyif almaya bakardım hayattan. Keşkelerimle gitmeyeyim öteki tarafa, hiç değilse az keşke olsun hayatımda diye düşünürdüm. Ama artık kendime daha  zaman ayırmayı öğrendim. Kim sana gerçekten yakın, kim sahte onları öğreniyorsun. Ciddi bir zamanınız oluyor bunları düşünmeye. Tecrübe zaten yaşadığınız kötü şeylerden ders çıkartmak değil midir? Yıllar önce bir köşe yazısı okumuştum, şöyleydi:

“Taşınırken baktım evde vidalar vs. biriktirmişim, yıllarca gittiğim her yeni eve götürmüşüm. Yıllarca yanımda bulundurdum ama hiç işime yaramadı. Son taşınmada bıraktım hepsini, çıkardım hayatımdan.”

Bir de artık eski tempoda çalışmamaya karar verdim. O zaten çok insani bir tempo değildi. Uzun çalışma saatleri vs. öyle projelere girmeyeceğim artık. En insani koşullarda Küba’da çalıştım. Teknik ekip Küba’daki bir firmanın ekibiydi,  8 saatten fazla çalışmama koşulları olduğu gibi iki çalışma arasında 11 saat süre geçmesi gerekiyor. Dolayısıyla biz de Kübalılar’ın sosyal koşullarıyla çalışmak zorunda kaldık. Tabii çok insani bir zorunluluktu.”

Biraz önce bahsettiğiniz teşekkür ilanına gelelim. Verdiğiniz teşekkür ilanı gazetelerde de haber konusu oldu. O günlerde “Rabbim Cleveland  dedi “diyen Ahsen Unakıtan’a gönderme yaptığınız konuşuldu.

“Sırf siyasetçilere değil tabii buradaki göndermem. Apandist ameliyatı için Amerika’ya, Avrupa’ya giden kişilerle ilgili bir taşlamaydı o. Günümüzde sık sık gündeme gelen bir konu var. Komedyenler niye eskisi gibi siyasi taşlama yapmıyor diye. Aslında komedyenin bulunduğu toplumu her zaman eleştirmesi gerekiyor. Hem toplumu, hem siyasetçileri. Bir mizah adamının doğuştan muhalefet olması gerekiyor. Bir mizah adamı olarak da benim sıradan bir teşekkür ilanı yerine içinde toplumsal bir hiciv bulunan bir ilan vermem daha doğruydu.”

. Şimdi kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
“Valla gördüğünüz gibi hissediyorum. Canavar gibiyim. Özellikle pil takıldıktan sonra kalp hastası değilmişim gibi bir duygu oluştu bana. Şu andan itibaren kendimi yeni projelere hazırlıyorum. Sinemayı ve televizyon dizilerini özledim. Bir de doktor tiplemeleri, hasta-doktor ilişkisi üzerine tek kişilik bir  oyunun ve kitabın hazırlıklarına başladım”


İçeriği Paylaşın