Türk Toraks Derneği Kongresinde Koronavirüs Tartışıldı

Türk Toraks Derneği Kongresinde Koronavirüs Tartışıldı

Türk Toraks Derneği Kongresinde Koronavirüs Tartışıldı

Bizi Takip Et


Pandemi nedeniyle sanal ortamda düzenlenen Türk Toraks Derneği 23. Yıllık Kongresi kapsamında online basın toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıda uzmanlar tarafından; COVID-19 aşısından beklentiler, süreç hakkında bilgiler, hastalığın tekrarlaması mümkün mü? COVID-19 ve toplum sağlığı, İlaç-tedavi sonuçları ve beklentiler, Astım ve KOAH’ı neler tetikler, nasıl korunulur? Tütün ürünleri kullananlarda COVID-19 riski, Çocuklar nasıl COVID-19 geçirir, nasıl korunur? COVID-19, sağlık çalışanları, kayıplar, sorunlar, Hava kirliliği ve COVID-19 gibi sorular ve konu başlıkları ele alındı.

Kongre Başkanı Prof. Dr. Gaye Ulubay, kongrenin TÜBITAK tarafından da desteklendiğini belirterek, “Bu yıl ‘Bilimle sağlıklı geleceğe’ sloganıyla sanal ortamda düzenlenen kongremiz solunum alanında ülkemizde düzenlenen kongreler açısından uluslararası bir kongre olmasının yanı sıra, bilimsel programı incelenerek uluslararası alanda 2 önemli solunum derneği olan ATS ve ERS tarafından desteklenen bir kongre olması açısından da ayrı bir öneme sahipti. Kongremizde; Akciğer sağlığını tehdit eden konular, başta hepimizi derinden etkileyen COVID 19 pandemisi ile toplum sağlığı ve güncel sağlık politikaları ile göğüs hastalıkları alanındaki yeni tedaviler, yurtiçi ve yurtdışından birçok deneyimli bilim insanı tarafından her yönüyle tartışılıp, güncel veriler paylaşıldı. Kongreye toplam 800’ü aşkın bildiri başvurusu geldi ve bunlardan 388 E-Poster ve 336 özel bildiri kabul edilerek sunuldu.” dedi.

“TURCOVID 19 ARAŞTIRMASI”

Türk Toraks Derneği Dış İlişkiler Sorumlusu Prof. Dr. Nurdan Köktürk, önemli bir çalışma olan “TURCOVID 19 Araştırması” hakkında bilgiler paylaştı. TURCOVID 19 araştırmasının Mart-Temmuz 2020 tarihleri arasındaki 1500 COVID-19 hastasının verilerinin bir ortak veri tabanına kaydedilip havuzlanması ile oluşturulan bir gözlemsel kayıt çalışma olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti:

“Çalışma olguların verilerinin geriye dönük kaydedilmesi ile oluşturulmuştur. Buna göre 1500 COVID-19 hastasının yüzde 69.7’sinde mikrobiyolojik yöntemlerle kesin tanı konurken geri kalan yüzde 30’unda tanı klinik radyolojik bulgularla konmuştur. Bu olgularda PCR negatif bulunmuştur. Akciğer grafisi sadece yüzde 35 hastada anormalken 1495 hastaya akciğer tomografisi çekilmiş ve hastaların yüzde 83’ünde COVID-19 ile uyumlu tomografi bulguları saptanmıştır. Olguların yüzde 17’si sağlık çalışanıdır. Bu veri setinde 1 sağlık çalışanı kaybedilmiştir. Olgularda ölüm riskini artıran faktörler istatistiksel olarak araştırılmıştır. 5 aylık süreçte hastane başvurusu olan 1500 hastanın 67’isi kaybedilmiştir. Olguların yüzde 57’si erkek yüzde 43’ü kadındır. Ortalama yaş yaşayanlarda 50, ölenlerde 71’dir. 65 yaş üzeri olmak ölüm riskini 6.71 kat artırır. Olguların yüzde 76’si pnomoni yüzde 14’ü ağır pnomonidir. Ağır pnomoni ölüm riskini 16 kat artırırken, çoklu organ yetmezliği ve septik şok 83-94 kat artırır. Aktif sigara içimi ölüm riskini 3.77 kat artırır. Nefes darlığının varlığı ölümü 6.53 kat artırır. Ateş varlığı veya yokluğu yaşayanlar ve kaybedilenler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yaratmamıştır.  Ancak vücut sıcaklığı kaybedilenlerde istatistiksel olarak anlamlı yüksektir (36.8 vs 37.2 C). Kaydedilen en yüksek ateş 38.2’dir. Vücut sıcaklığındaki her 1 derecelik artış ölüm olasılığını 1.5 kat artırır. Fizik muayenede bilinç bozukluğu olması mortaliteyi 12.74 kat artırır. Ek hastalıklardan kalp yetmezliği ölüm riskini 5 kat, KOAH 5 kat, aterosklerotik kalp hastalığı 4 kat, hipertansiyon 3 kat, Immunsupresif durumlar 6 kat, böbrek yetmezliği 4 kat, kanser tanısı 10 kat artırmaktadır. Sürekli kullanılan ilaçlardan kardiyak ilaçlar ve insülin kaybedilen grupta daha sık kullanılmıştır. Diyabet ek hastalık kategorisinde ilişkili çıkmadığı halde insülin kullanımının ilişkili çıkması muhtemelen sadece insülin gerektiren diyabetin mortalitede etkili olabileceğini düşündürmektedir. Favipiravir kaybedilen grupta daha fazla kullanılmıştır. Ancak bu durum hastalık ağırlığı ile ilişkili gibi görünmektedir. Hidroksiklorokin ve Azitromisin mortalite ile ilişkili görünmemektedir. En sık görülen yan etki karaciğer toksitesidir.”

 “SAĞLIK ÇALIŞANLARININ ÖZLÜK HAKLARI KORUNMALI”

Sağlık çalışanlarının COVID-19’un meslek hastalığı olarak kabul edilmesi talebi olduğunu vurgulayan Türk Toraks Derneği Bilimsel Komite Başkanı Prof. Dr. Metin Akgün ise, şunları söyledi:

“Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanı sağlık çalışanları arasında vakaların 40 bini geçtiğini ve 100’den fazla vefat yaşandığını belirtmişti. Bu rakamların daha yüksek olduğunu düşünüyoruz. Dönemimizin bir sorunu olarak yaşanan Covid-19 pandemisi tüm sağlık çalışanları için meslek hastalığı/işe bağlı hastalık potansiyeli olarak karşımıza çıkmaktadır. DSÖ tarafından henüz coronavirüs salgınının başlangıcında sağlık çalışanlarının iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için genel ilke ve yükümlülüklerin belirtildiği bir rehber yayınlanmıştır. Sağlık kuruluşlarının işveren ve yöneticileri tarafından, sağlık kuruluşundaki bir maruziyet sonrası COVİD-19 enfeksiyonu geçiren bir sağlık çalışanının zararının tazmini, rehabilitasyonu ve tedavisinin sağlanması sağlık çalışanının haklarındandır. Böyle bir durum mesleki maruz kalma sayılır ve sonucundaki hastalık da meslek hastalığı olarak değerlendirilir. Bu bağlamda Covid19 bir meslek hastalığıdır. 6331 sayılı Kanununda tanımlandığı üzere bu halde sağlık çalışanlarının Covid19 hastalığı ‘mesleki risklere maruziyet sonucu ortaya çıkan hastalıktır’. SGK tarafından ivedilikle Covid-19’un sağlık çalışanları ve riskli gruplar için meslek hastalığı veya iş kazası olarak tanımlanıp tanımlanmayacağı ve bunun için yürütülmesi gereken prosedürün belirlenmesi konusunda karar almasına ihtiyaç vardır. Covid-19 pandemisi ile mücadele sırasında ölen veya hastalanarak mağduriyet yaşayan sağlık çalışanları ve riskli grupların mağduriyetlerinin giderilmesi ve zararlarının tazmin edilmesi gerekmektedir. Pandemi boyunca sağlık hizmetinde kendi yaşamlarını riske atarak hastalara şifa vermeye gayret eden sağlık çalışanlarının ve pandemi süresince pandemi kontrolü için etkin rol oynayan riskli grupların bu özverili tutumlarının toplumsal değeri vurgulanmalıdır. Kuruluş amacı akciğer sağlığını ulusal ve küresel boyutta korumak olan Türk Toraks Derneği olarak pandemi süresince ölen sağlık çalışanlarımız ve onların yakınları ile birlikte Covid-19 hastalığına yakalanarak sağlık ve özlük hakları kaybı yaşayan sağlık çalışanlarımızın yanındayız. Covid-19’un ülkemizde de meslek hastalığı olarak tanınması gerektiği ve bu konuda ivedilikle gerekli kararların alınması gerektiğini tüm kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.”

“VİRÜSE YÖNELİK ÖZGÜN BİR TEDAVİ SEÇENEĞİ YOK”

Türk Toraks Derneği Solunum Sistemi Enfeksiyonları Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Füsun Eyüboğlu da ilaçlar açısından COVID-19’u değerlendirdi. Eyüboğlu; “Ocak ayından Ekim ayına geldiğimiz noktada virüse yönelik özgün bir tedavi seçeneği olmadığını biliyoruz. Bu süreçte kullandığımız ilaçlar, başka sebeplerde kullandığımız anti viral ilaçlar. Başlangıçtan bu yana tüm dünyadaki tedaviler deneyip yanıt görme şeklinde başladı. Tüm dünya zaman içerisinde bu ilaçları deneyerek sonuçları tartıştı. Türkiye açısından Mart ayında hastalıkla ilk defa yüz yüze geldik. Öncesinde de kullanılabilecek ilaç tedavileriyle ilgili hazırlıklar sürdürdük. İlk başta Hidroksiklorokin çok rağbet görmüştü ama sonra anlaşıldı ki, bu ilaç virüs için tedavi seçeneği olacak noktada değil. Bu ilacın kullanımı geri planda tutuluyor. Favipiravir ilacında da ilk başta yüz güldürücü sonuçlar alınmıştı ama öneri şeklinde kullanıldı. Şu an ülkemizde bu ilaç tedavi alternatifi olarak kullanılıyor. Yoğun bakıma yatan hastalarda ve hasta yönetimi konusunda iyi bir altyapımız olduğunu biliyoruz. Özellikle hekim gücümüzün oldukça donanımlı olduğunu biliyoruz. İşler biraz kötüye gittiği zaman devreye giren plazma tedavimiz var. İlk başta bu tedaviye çok bel bağlanmıştı ama tedavi edici zar antikorlarının oluşması hasta için önemli. Fakat bu tedavi her zaman yüz güldürücü olamayabiliyor.” değerlendirmesinde bulundu.” dedi.

“TOPLUMSAL BAĞIŞIKLIK ÇÖZÜM DEĞİL”

Türk Toraks Derneği Solunum Sistemi Enfeksiyonları Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Abdullah Sayıner de konuşmasında pandeminin durumunu ve ilaç çalışmalarını anlattı. Sayıner şunları söyledi:

“Şu an dünyada 39 milyona yakın koronavirüs tanısı kondu. COVİD-19 sebepli ölüm sayılarında 1 milyon sınırını çok çabuk geçtik. Elimizde bir takım ilaçlar var ama tedavi için yeterince sıçrama yapamadık. Yakın gelecekte böyle mükemmel bir ilaç çıkma beklentisi de yok. Bu hastalıktan korunmanın önemi çok daha artarak kendisini göstermeye başladı. Korunmanın yollarından bir tanesi toplumda bağışıklığın oluşma yollarından bir tanesi toplum bağışıklığının kendinden oluşması. Bırakın herkes yavaş yavaş enfekte olsun, yüksek riskte olanları korumaya gayret edelim ve pandemi kontrol altına alınsın. Bunun işe yaramadığı İsveç’te görülüyor. İsveç’te milyon kişi başına düşen vaka sayısı ve ölüm sayısı 5 ile 10 kat. Başta İngiltere bunu uygulamayı düşündü ama hemen vazgeçtiler. Dolayısıyla bu iyi bir seçenek değil. Karşımızda aşı ile korunma, toplumda bağışıklık oluşturma seçeneği var. Normal koşullarda bir aşı geliştirme süreci 10 yılı buluyor. Belli basamaklar, aday moleküller, aşı güvenliği ve sonrasında etkisi toplumsal çalışmalarla ölçülüyor. Normalde 10 yıldan fazla zaman alan aşı süreci, COVİD-19’da çok hızlı yürüdü. Tüm dünyada bu konudaki uzman merkezler Ocak-Şubat itibariyle aşı çalışmalarına başladı. Tüm dünyada 180 civarında aşı adayı var ve bunlardan 10 tanesi faz 3’ü geçmiş durumda. 10 aday aşının çıkması, 1 yıl dahi dolmadan ortaya çıkması, bilimin etkin çalışmasının göstergesi. Ancak, ulusal çıkarlar dikkate alınarak bu sürecin çok hızlandırılması ve ruhsatlandırma sürecinin hızlı olma tehdidi var. Mesela Rusya’da faz çalışmaları tamamlanmadan öngörü ile ruhsat verildi. Donald Trump’ın da kendi ülkesinde aşı çalışmalarında nasıl baskı oluşturduğunu görüyoruz. Aşı için çalışan bazı firmalar henüz tamamlanmadan üretime başladılar. Bu saygı uyandıran bir şey ama aynı zamanda ticari bir kumar. Önemli detayların gözden kaçırılması kaygısını uyandırıyor. Dünya bilim ortamı bu konuda çok duyarlı ve böyle bir şeye izin verilmeyeceğini düşünüyorum. Bilimsel değerlendirmenin tam olarak yapılmasını umuyoruz. Süreçte iyi gelişmeler bu şekilde devam ettiği sürece 2021’den itibaren ruhsatlandırmalar, üretim ve dağıtım olacak. Ülkemize de önümüzdeki ilkbaharla birlikte aşıların ulaşacağını düşünüyorum”. dedi.

“ZOR BİR KIŞ BİZİ BEKLİYOR”

Prof. Dr. Sayıner ayrıca, havaların soğumasıyla daha yüksek enfeksiyon riski ve ölümlerin olacağını öngördüklerini ifade ederek, zor bir kış olması konusunda kimsenin kuşkusu olmaması gerektiğini belirtti. Sayıner, sözlerine şöyle devam etti:

“Hiç kuşkusuz zor bir kış bizi bekliyor. Bu konuda hiç kimsenin en küçük bir tereddüdü olmasın. Henüz toplumsal bağışıklık yeterli düzeyde değil. Onun için bu ciddi olarak bir tehdit. Biz bunu ağustos ve eylül aylarında çok net yaşadık. Özellikle bayram ve bayram ertesi gelen yoğun tatile çıkma eğilimi, kolay krediler verilmesi, bu konuda herhangi bir sınırlandırılma tanımlanmaması, büyük mitingler gibi insanların çok yoğun bir şekilde bir araya gelmesi sonucu biz ağustos başından eylül ortasına kadar, ki bunu sayın Sağlık Bakanı da bir söyleşide bu şekilde ifade etti. Bu bir buçuk aylık dönemde hasta sayılarında çok ciddi artışlar gördük. Ardından herkes yavaş yavaş evlerine döndü, daha dikkatli davranmaya başladılar. Şimdi nispeten daha düşük sayılarla seyreden bir dönemden geçiyoruz ama henüz hava çok güzel, içeriye kapanmadık. Biliyoruz ki ilk olarak havalar soğudukça, yağmurlar başladıkça daha fazla zamanı içerilerde geçireceğiz. İkincisi de solunum virüsleri soğuk havalarda, güneşin kendisini daha az gösterdiği zamanlarda daha etkin oluyorlar. Bu sadece koronavirüs için geçerli değil; influenza virüs ve diğer solunum virüslerinin önemli bir bölümü için geçerlidir. Dolayısıyla önümüzdeki aylarda daha ciddi enfeksiyon riski, daha yüksek hastalanan insan sayısı ve maalesef bununla ilişkili olarak daha yüksek ölümler olabileceğini öngörüyoruz. Umarız yanılırız ama istatistikler bunu gösteriyor.”

“TÜTÜN ÜRÜNLERİ BULAŞMA RİSKİNİ ARTIRIYOR”

Koronavirüs tütün ilişkisine değinen Türk Toraks Derneği Çevre Sorunları ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Elif Dağlı da, “COVİD-19, tütün ürünleri kullanan insanlarda daha ağır geçiyor. Pandemi sürecinde bir anda yayınlarda nikotin COVİD’e iyi gelir gibi ifadeler oldu. Pandemide tütün firmaları bundan yararlanmaya çalıştı. Yapılan yayınlar sigara firması destekli bilim insanları tarafından hakemleri olmayan dergilerde ifade edildi. Metodolojisi olmayan bu yayınlara bilim hemen müdahale etti. Tütün firmaları birden bire melek kesildi ve yoğun bakım desteği, ekipman desteği yaptılar. Sanki yılda 8 milyon kişinin ölümüne sebep olmuyorlarmış gibi davrandılar. Sigara kullanmayan insanların elektronik sigara gibi ürünleri kullanması için harekete geçtiler. Isıtılmış tütün ürünlerinin de Türkiye’ye girmesini istediler. Ruhsat verilmemiş bu ürünlerin üretiminin de yasaklanması gerektiğini düşünüyoruz. Isıtılmış türün ürünleri ve elektronik sigaranın satılması ve ruhsatlandırılması tamamen yasaklanmalı. Buhar ve tütün ürünlerinin farklı formları pandeminin bulaşı riskini artıracaktır.” diye konuştu.

“HAVA KİRLİLİĞİ COVİD 19 RİSKİNİ ARTTIRIYOR”

Hava kirliliği ve COVİD-19 ilişkisi konusunda açıklamalarda bulunan Dr. Nilüfer Aykaç ise şu açıklamaları yaptı:

“Dünya yıllardır hava kirliliği ile uğraşıyor. DSÖ verilerine göre dünyada her yıl 8 milyon kişi hava kirliliğinden ölüyor. Hava kirliliğinin viral enfeksiyonlara bağlı ölümleri artırarak pandemilerin yarattığı yıkıma katkı sunmaktadır.  Hava kirliliği üst hava yollarındaki silyaların, yani vücudun ilk savunma hattının işlevlerini bozduğu iyi bilinmektedir. Hava kirliliğinin yüksek olduğu bölgelerde yaşayanlarda daha sık solunum yolu enfeksiyonları gelişmektedir. Özellikle aerodinamik çapı 2,5 ve 10 mm’den daha küçük partiküller, kükürt dioksit, azot dioksit, karbon monoksit ve ozonun solunum yollarını olumsuz biçimde etkileyerek virüs enfeksiyonlarına karşı olan duyarlılığı ve hastalığın şiddetini arttırdığı COVID-19 pandemi sürecinde daha önemli olarak karşımıza çıkmaktadır. Hava kirleticilerin artışı COVID-19 hastalığı gelişme riskini ve COVID-19’a bağlı ölümleri artırmaktadır. Yapılan çalışmada, AirQ+ kullanılarak, 2018 yılında, Türkiye’de illere göre uzun süreli PM2.5 etkileniminin yol açtığı erken ölümleri tahmin etmek amaçlanmıştır. AirQ+ kullanılarak Türkiye için hava kirliliğinin yol açtığı erken ölümler tahmin edilmiş ve 2018 yılında hava kirliliğinin Türkiye’de 72 ilde 44.617 kişinin (En az 29.882, en fazla 57.709 kişi) erken ölümüne yol açtığı hesaplanmıştır. 2018 yılında PM2.5 kirliğine atfedilen ölüm oranının en yüksek olduğu ilk beş il sırasıyla Iğdır, Kahramanmaraş, Mersin, Manisa ve Niğde olarak tahmin edilmiştir. Sonuçlar, 2018 yılında Türkiye’de PM2.5’e uzun süre maruz kalmanın neden olduğu 44.617’den fazla erken ölümün, illerde PM2.5’in yıllık ortalama konsantrasyonunun Dünya Sağlık Örgütü’nün sınır değer önerisi olan 10 µg/m3’ü geçmemesi durumunda önlenebileceğini göstermektedir.”

Dünya Sağlık Örgütü’nün sınır değerleri dikkate alındığında; sadece Hatay ve Hakkari illerinin PM10 açısından hava kirliliğinin yaşanılabilir iller arasında görüldü.

Şekil 1: Türkiye’de PM kirliliği açısından WHO sınır değerler (20 ) uyarınca İllere Göre Yıl ortalaması

PM10 açısından ulusal değerlere bakınca sadece 21 ilde eşik ulusal değerin (40μg/m3) altındadır

Şekil 2: TC sınır değerleri uyarınca İllere göre Yıl Ortalaması:

ASTIM, KOAH VE AHCİĞER KANSERİ OLANLAR TEDAVİLERİNi SÜRDÜRMELİ”

Pandemi döneminde KOAH hastalarının muhakkak suretle tedavilerine devam etmesi gerektiğini belirten Doç. Dr. Aylin Özgen Alpaydın; “COVİD-19’a yakalandıysanız, KOAH hastalığını daha ağır geçiriyorsunuz. Çin’den gelen bir çalışmada KOAH hastalarının pandemi öncesine göre ölüm oranlarının arttığı belirtiliyor. KOAH hastaları gerekli tedaviyi almalıdır. Bu süreçte standart COVİD-19 tedbirlerini almalıdırlar.” derken, Prof. Dr. Berna Dursun da astım hastaları açısından değerlendirmede bulundu. Dursun; “Astım çok geniş yelpazede klinik yansıması olan bir hastalık. Astımlıların ilaçlarını pandemi sürecinde devam ettirmesi gerekiyor. Atakların artması gibi bu süreçte bir sıkıntı olmaması için ilaçların ve tedavilerin sürdürülmesi, hastaların kendilerini takip eden hekimlerle irtibat halinde olması gerekiyor. Kontrol altında olmayan astımlılarda COVİD tablosu çok ağır olabiliyor.” dedi.

Prof. Dr. Pınar Çelik de akciğer kanseri olan hastaların COVİD zatürresini diğer hastalara göre daha şiddetli geçirdiğini ve hastaların tedavilerini ihmal etmemesi gerektiğini belirtti.


İçeriği Paylaşın